Sevmiyorum ben bu dünyayı. Canım içimde diye tutunmaya çalışsam da, sebepler oluştursam ve bulsam da, gördüklerime dayanmak boğazımdaki inmeyen yumru kadar sert ve zor. Şu ezanların derin hüznü dalga dalga göğe karışırken -ki zaten herkesin iki göğü vardır, biri gökkubbemiz, diğeri göğsümüz- dilimde kekremsi bir tat var. Ölmüş annesini, yolda gördüğü kadına benzeten çocuğa mı ağlayım, yoksa Filistin'de göğsünden vurulmuş yatan ananın, ölürken dahi evladını teselli etmek için elleriyle çocuğunun yüzünü tutmasına mı? Akşam denk geldiğim bir videomuzda babamın doğum günlerimizden birinde el çırparak pasta kesişimizi kutlarken, hala hiç gitmemiş gibi, hiç ölmeyecekmiş gibi gülümsemesine mi? 34 yaşında kalp krizi geçiren bir uzak akrabımın, eşinin günde 5 kere mezarına gidip, hem Kur'an okuyup hem ağlamasına, gitmeden önce de ''Hadi beni mezarlığa götürün, Ferhadımın kabri nur olsun nur dolsun okuyalım'' deyişine mi? Onlarca olumsuz şey yaşatmasına rağmen, merhametli yanlarını görmezden gelemediğim büyük dayının kalbinin altındaki kitleyi öğrenmeme ve annemin çocukluk anılarını anlatırken ağlamasına mı? Anneannemin küs olduğu kardeşinin hastalığını rüyasında görmesine mi? Ne kasvetli bir gece. Ne fani bir dünya... Aptal saptal kavgaların, sen şunu dediydin sen bunu dediydin diye millete ayar vermeye çalışan budalaların her yerden ot gibi fışkırması ve asıl acılar, asıl kaygılar içinde bu boş kavgaları bir şekilde izlemek görmek zorunda olmak... Şahit olmak dahi yoruyor. Giderse bir gün üzüleceğiniz insanlar varmış, sizi kırsa da, size yanlış yapsa da. Şimdi ben içimde filizlenen merhamet dalgasının mideme acı diye oturmasına bakıp bir kez daha anladım, sevmiyorum bu dünyayı.