Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

207 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
"Bence bu, her insanın katetmesi gereken bir yoldur; ne yitip gitmeyi, ne de Kaygı'ya boyun eğmeyi seçmeden kaygılı olmayı öğrenmek. Doğru bir biçimde kaygılı olmayı öğrenen kişi, nihai noktayı da öğrenmiş demektir." "Korku ve Titreme" yayımlandıktan bir yıl sonra yayımlanan bu kitap, bir anlamda önceki kitabın tamamlayıcısı oldu. "Kaygı" kavramı Kierkegaard felsefesinde çok önemli yer tutar, anlamı bir de Yasemin Akış'ın "Kierkegaard'da Kaygı Kavramı" kitabından okuyalım: "Vigilius Haufniensis, bildiğimiz ismiyle Søren Kierkegaard, kaygıyı bir uçurumun sınırında durduğumuzda hissettiğimiz baş dönmesine benzetir. Adımını uçurumun belirsizliğine doğru atmanın ya da atmamanın kararını verebilecek olmak ve tüm olasılıkların bir an için önümüzde serili olması hali insanda bu baş dönmesini meydana getirir. Benzer şekilde kaygı, olanaklar arasında seçim yapmanın sorumluluğunun bireye ait olduğu her durumda ortaya çıkan baş dönmesidir. Uçurumun kenarından aşağıya bakıp başı dönen bir insan gibi, özgürlük kendi olanaklarını seyreder. Kendi kendisiyle ilişki kurma olanağını ve bu ilişkiden sorumlu olmanın zorunluluğunu keşfeder. Bu nedenle kaygı hem ona doğru itildiğimiz hem de ondan kaçındığımız “sempatik bir antipati, antipatik bir sempati”dir. Üstad, yine "Korku ve Titreme" eserinde olduğu gibi tarihsel bir olayla başlıyor. Önceki kitabında İbrahim'den yola çıkmıştı, bu kez Adem ve 'Mevrus Günah' konseptinden yola çıkıyor. Yine, önceki kitaba benzer şekilde olayla ve Hristiyan inancıyla sınırlı kalmıyor elbette. -öyle olsa Kierkegaard olur muydu zaten?- Kitabı okuduğum her satırda zihnimin içinde yankılanıyor aynı cümle; "O bizi dünyanın kötü şekilde hayal kırıklığına uğrattığı, normalde bizi ayakta tutan duygularımızın yanılsamalarına yenilip içine düştüğümüz karanlıkları çok iyi anlayan bir arkadaşa ihtiyacımız olduğu zamanlarda yönelebileceğimiz, onları dağıtacak az sayıdaki filozoftan biridir." Kierkegaard, bu eserde tamamen bunu yapıyor desek yeridir. Korku ile kaygıyı ayırarak başlıyor işe üstad. Bu noktada da her zaman olduğu gibi 'tikellik' önemini vurguluyor. ---------------- "kişinin yapacağı seçim iyi ile kötü arasında değil, estetik ile etik arasındadır. insanın üzerinde umutsuzluğa kapıldığı 'ben', sonlu bir 'ben'dir; kendisiyle ilgili seçim yapılacak 'ben' ise mutlak bir 'ben'dir." Korku, Adem ve günah ile yeryüzünde bulunmuştur ama bu 'korku' yaşayan insanlara mı mâl edilmelidir? Diğer taraftan, Adem'den tamamen koparabiliriz miyiz insanı? "Her birey, hem kendisi, hem de türün kendisidir." Yaşayan insanların kapılması gereken duygu 'kaygı' ona göre. Buradaki fark şu, günümüzdeki genel görüşe göre 'kaygı' kaçınılması gereken bir kavram, insan yaşamını zorlaştırır ve yaşamın kaçmasına neden olur. Kierkegaard'a göre ise öyle değil. Baştaki cümleye bakalım yeniden: "Bence bu, her insanın katetmesi gereken bir yoldur; ne yitip gitmeyi, ne de Kaygı'ya boyun eğmeyi seçmeden kaygılı olmayı öğrenmek." Kaygı, insanı yaşamdan koparmaz, tam tersine tikel bireyi yaşama çeker. Tikel birey, Kaygı olmadan yaşayamaz. Burada seçim yapılması gereken şudur ki, kaygı, korkuya mı dönüşecek yoksa kişi kaygısını kucaklayacak mı? Üstada göre, ikincisi sadece daha cazip değil, olması gereken durum. Yoksa kişinin yitip gitmesi, Dünya'dan kopması kaçınılmaz olur. Kaygıdan uzak durmaya çalışmak, kişinin kendisini kandırmaya çalışmasından başka bir şey değil ona göre. Camus'nun "saçmalık ya da uyumsuzluk 'her sokağın dönemecinde her adamın yüzüne çarpabilir." diyerek, vurgulamak istediği de başka birşey mi? Kaygı neden insani bir duygu ve gerekli, ona bakalım: "İnsan, hayvan ya da melek türünden olsaydı kaygı içinde olamazdı; o, bir sentez olduğu için kaygı duymaya muktedirdir, kaygısı derinleştikçe kendisi de yücelir. Bu, düşünüldüğü gibi, dışsal olana ilişkin, kişinin ötesinde değil, kendisinin ürettiği bir kaygıdır." --------------- "dışarıya dönüklük, nesnel doğrunun peşinden gitmek dolaysız Ben bilincinin yoksunluğuyla sonuçlanır." Yine tikel bireyin önemi yüzümüze vuruluyor... Belki Stirner'den de yardım isteyebiliriz burada: "neymiş benim üstlenmem gereken o bir sürü mesele? öncelikle iyi meseleleri benimsemeliymişim, sonra tanrı meselesini, insanlık, hakikat, özgürlük, insaniyet, adalet meselelerini; dahası halkımın, hükümdarımın, vatanımın meselelerini, ayrıca tin meselesini ve daha binlerce başka meseleyi... bir tek benim kendi meselem hiçbir zaman benim meselem olmamalıymış!" diyordu o da. Kierkegaard da bunun peşinde işte tam olarak. "Dışarıya dönüklük" ile belirtilen belki yerindedir, belki doğaldır ama sonuçta Ben bilincinin yok olması tehlikesi doğar. Bu olursa ne olur? Dünya, değerler karmaşası içinde olur işte, 200 yıl önce büyük adamları dinleseydik fena olmazdı sanki. --------- 'Olanaklılık' kavramına dönüyor sonra; "Olanaklılık açısından her şey eşit derecede olanaklıdır; olanak tarafından yetiştirilen kişi, korkutan ve haz veren şeyleri aynı derecede kavrar. Böyle bir kişi olanaklılık okulundan mezundur; hayattan bir şey elde edemeyeceğini, dehşetin, yitip gitmenin, yok olmanın yanı başında olduğunu, bir çocuğun alfabeyi bildiğinden daha iyi bilir." Olanaklılık, tam anlamıyla olumlu değildir. Öyle olsa, 'demonik' olurdu ve Ben bilincini yok ederdi. Olanaklılık, korkutan şeyleri de içerir, bu yüzüyle Kaygı'ya aittir. ------------ "İnsan" ve "kaygı" ile bitirelim... "İnsan, ruh ile bedenin bir sentezidir; ama iki terim, bir üçüncü tarafından birleştirilmedikçe, sentezden söz etmek olanaksızdır: üçüncü terim Tin'dir. (...) Tin, kendisine kaygı ile bağlanır. Kaygıyı çıkarın, Tin ayakta duramaz; bu durumda Tin, kendisini kendi dışında bulur. Kaygıdan kaçmaya çalışır, yapamaz, çünkü onu sever; kaygıyı gerçekten sevmek ister, yapamaz, çünkü ondan kaçmaya çalışır."
Kaygı Kavramı
Kaygı KavramıSoren Kierkegaard · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2018634 okunma
··
787 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.