İdealler, İdealleştirmeler ve Bunların Politik Sonuçları
İdeallerin ezenin idealleştirilmesiyle oluştuğu bir dünyada
idealler ne anlama gelir? İyinin peşinde olduğumuza inanırız,
ama kendimizi inkâr etmemizi sağladığı için aslında
bağımız kötüyledir. Ezene dair olumlu imgeyi koruyabilmek
için içimizdeki bu kurbanı inkâr etmek zorunda kaldığımız
sürece boşu boşuna kötülük biçimindeki iyinin peşinde koşmaya devam edeceğiz. Geçmişimizde yaşadığımız acı ve terörle yüzleşmedikçe idealler gerçekleştirilemez.
Geçmişi sürekli tekrarlamamızın gündelik yolu sevgi peşinde koşmamızdır. İdeal kadına veya ideal erkeğe dair bir hayalimiz vardır, ama onu çok farklı ilintiler içindeki biçimlerde ararız.
Klinik psikolog olan bir meslektaşım, sık sık, denetleyici ve yaptırımcı tarzından nefret ettiği annesinden söz ederdi. Bir keresinde
bizi evine davet ettiğinde hepimiz yüzümüze tokat
yemiş gibi olduk: Karısı da aynı annesinin narsistik ve yaptırımcı tarzına sahipti. Bilinçdışında bize tanıdık gelen erken dönem acısını yaşatan bir döngüye girme eğilimindeyizdir.
Aynı şekilde bilinçdışımızdaki bağlılığımıza denk düşen politikacının
peşinden gideriz. Onun idealleştirilmesi de -aynı
boşu boşuna sevgi peşinde koşmamızda olduğu gibi-
çocuğun, onlar tarafından yaratılan korkunç tehlike anında
korunmuşluk duygusuna geri dönmesinin -terörün tersine
çevrilerek korunmuşluğa dönmesi veya tehdidi her şeyi kapsayan ve koruyan bir ruh haline dönüştürme girişimi- ilk deneyimini
yaşadığı anne-baba konumundaki eski zorbaların idealleştirilmesine dayanır. Kendi kendini sürekli tekrarlayan ve bize zarar veren politik tutumumuzun kökeni de buradadır.
Bize çeşitli vaatlerde bulunan, ama bunları yerine getirmeyen
herkese kapılırız. Böylelikle ilk çocukluk dönemimizde bize sevgi diye yutturularak yaşatılan şiddeti tekrar tekrar yaşamış oluruz. Politikacılar da sevgiden ve saygıdan, sorumluluktan ve onurdan söz ederler, ama bizi bilinçdışı olarak onlara çeken şey, dudaklarının kenarına yerleşmiş olan bize karşı duydukları küçümseme ifadesidir.
Bu bizim için, anne-babamızda yaşadığımız ve onların
bize dayattığı küçümsenmeyle aynı küçümsemedir.
Bize gerçekten değer verenlere güvenmeyiz, çünkü içimizin
derinliklerinde kendimizi değersiz hissederiz. Aynı
şekilde, bize ihtiyacımız olan sevgiyi sadece onların verebileceğine
inandığımız için boş ve soğuk olan kadınların
ve erkeklerin peşinden koşarız. Gerçek bir ilgiyle karşılaşınca sıkıntı ve güvensizlik hissederiz. Bizi kim ve niçin gerçekten sevsin ki? Anne-babamızın kendi ezilmiş kendilikleri karşısında duydukları ve bizim de içimize yerleştirdikleri nefrete bağlılığımızı sürdürürüz. Bu yüzden de bizi, aslında nefret ettikleri şeyi sevdiklerine dair söyledikleri kendi yalanlarını desteklemek için istismar edenlerin peşinden gideriz sürekli.
Kendi adımıza sorumluluk üstlenmemize izin verilmediği için bir başkasını idealleştirmek zorunda kalıyoruz. Ancak kendiliğine
sahip bir insan sorumluluk üstlenebilir. Eğer kimliğimiz sadece idealleştirmelerden ibaretse, o zaman bizi alışmış olduğumuz biçimde yanlışlıklardan kurtaran Tann'yı aramak zorundayız ki tekrar kendimizi idealleştirdiğimiz iyileri aramaya adayabilelim. Ancak bu idealleştirilmiş iyi de yaşanmış kötüden türer. Bu alışılmış mekanizmaya göre bütün uluslar, bilincine varmadan ve hiçbir şey öğrenmeden tarihlerini tekrarlayıp dururlar. İdealleştirmelerimiz
sayesinde kendimizi kendi irademizle iyinin egemenliğine
bıraktığımıza inanırız, fakat aslında giderek daha fazla
tutsak olduğumuz yer kendi yıkıcılık dolu geçmişimizdir.
İdealleştirme, bize acı verenlerin elinden kurtarılmak
umuduyla bağlantılıdır. İdealler ise kendimizi düzeltmek
ihtiyacıyla bağlantılıdır, bunun anahtarım her insan kendi
içinde taşır.
İdealler, kendilik değerimiz ve yaşamın anlamını arayışımız açısından önemlidir. Ama bunlar, kendinden vazgeçişe götüren türden bir kendilik gelişiminin içinde yer alıyorsa, o zaman bu, merkezinde suçlunun idealleştirilmesinin bulunduğu bir gelişim olacaktır. Bu da, uğruna insanların birbirlerini yok ettikleri kutsal idealleri beraberinde getirecektir. Sonra bu şiddet, ilerici bir gelişimin parçası gibi görülecektir
Başkasının acısını ve endişesini hissedebilmek kötülüğü olanaksız kılar. Ama eğer acı bilinçten kopartılmışsa, o zaman bu acı, ifadesini insanın ve doğanın tahrip edilmesinde bulan bir aadan intikam alışın temeli haline gelir. Hastalığımızın ilksel temeli buradadır; karşılıklı tahripkârlığımızm bahanesi haline getirdiğimiz ekonomik, siyasi ve dini ideolojilerde değil. Çocukluğumuzda yaşadığımız gerçek acının inkârı, düşünce biçimimizde kendisini tekrarlayan bir döngüye, aslında daha iyi düşünce modellerinin, yani ilerlemeci bir çizgide kalmamızı sağlayan daha olumlu bir toplumsal ya da ekonomik düşünme biçiminin söz konusu olduğuna dair bir tasavvura yol açar. Ancak bu yalnızca duygudaşlığımızın bastırılmasının devamını sağlar ve böylece yaşamımızdaki şiddetin amacı sürekli yalanlandığı
için insanlığımızın bilincine varmamızı engeller