Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

I.veda neziri sözün harfi bağışlamadığı yerden geldim sabır telkin eden ayaklarımı unutup taşın ve suyun uzağına geldim oysa erkenmiş daha ceplerimi sökerek ayrıldığım kendimden ne kadar uzak düşsem çeşmeler yine susacakmış yüzüme geç oldu ama bunu da bildim:  yarıldı aklımın serinliği herkes bir nehrin dalgınlığıyla baktı bana ben ey paslı sözlerin sahibi onca zaman sonra herkesin yalanın saçlarını okşadığı yere geldim herkesin veda hevesiyle toprağa imrendiği yerde iki gece beş kış uyudum rüyama kara atlar kışı geldiğinde artık kalbime gerek yok, diyordum olsa da faydasız beni kadırgamdaki üveyiklere mahcup kılacak hangi kelime geçit dokunduğum ipeklerden yükselen zerre bana neyi fısıldar, diyordum ama bir gün bir harf parmaklarıma dar geldi kirpiklerimin işaret ettiği vadiye baktım bir gün ceketimle bir kapıya yığılıp durdum:  adımın geçtiği yerde bana kim üşüyebilir, dedim her taşa tuttuğum alnımı kim unutturabilir bana daha çok dökülmeden varıp sormalıydım çünkü ellerim titrerken çıraklığım nerde bitti sebepsiz ıslanırken yoksul eskilerim kayaları yalıyan köpeklere eşlik ettimse niye kendimi soldurmakla ünlendim sonunda sandım ki su bana sırrını bağışlayacak taşa rastlayan bir çivi nasıl susarsa öyle eğileceğim her kuşkuya sandım ki söğüt ağaçlarına ağlayan  ürkek süvarileri susturabilir ellerine bakarak büyüyenleri sevip okuduğum veda yüzleri unutabilirim çıraklığım nerde biter bilmeden yedi cüretle geçtim kapılardan yine de kaplan kini bırakmadı beni hududa kulak veren boynuma  ne söylediysem faydasız kırmızı karlar yağarken affedecektim  herkesi ve nezirimi bu başkasının kini olmalı, dedim bu gergef eski vahdeti bozdum, daha çok mahvolmak için çelikten aynalar tuttum çöle haram sularda dağladım marifetimi ne yapsam, ne yapsam yine de hep, ah düşmanımın teni çekti beni en sonunda başkasının kanatlarıyla vurdum kıyıya yaralı atlarım, kırbamdan dökülen kan gelip almaya gücümün yetmediği iştah havaya atılan taşla vardım kapılara  çok eskiden yeterdi bana duvara dayanmış tüfeklerle aldığım soluk sanıyordum ki rüzgâr her sözü süpürmeden anlayacaktım:  herkes ölüm kınaları sürünüp beni unutacak ah ve ay’la görünecek görünmeyen etimde sınanan bir veda ki içimden o kelâm-ı kadîm akacak:  beni herkes en son gördüğüyle hatırlayacak çünkü temaşakârların yalanıyla indim çocukluğumun yılan sarnıcına dilim ve rüyam geride kaldı uzak düştüm yas çadırlarının kahrına kırk inziva bakarken gözlerim dedim: kara yazlar biriktireceğim yazgıma gün gelecek göç edeceğim sarnıç ve şerrimden ellerinden dövme güller düşürüp güneşe sırt dönenler kısmet ve Allah’ı burada değildi diyesilerdi bana II. veda tavafı puhu kuşlarıyla uyanıp endam aynasında gördüğüme kıyam etsem o isli tandırın etrafında ne kadar dönsem de bir kuyu başında herkes kadardım işte herkes kadar sevdim hatamı söz olsun ki kustum öğrendiğim kelimeleri ve eğildim uzağımdaki seyrime kuyuya düşen kara çocuğa bakarken son kez bakarken bende kararan bana solarken solan her insan kadar  sordum suya karışan arzuma:  bir kötülük vaadidir insan ey gizli çürüyen sima yol dönsem şimdi kime uzak kervanlara terk edilmiş atlar gibi bakmasaydım başkasının gözleriyle sevmeyecektim kendimi bir tenha bulaydım kara kışlağımda eğilip yalıyacaktım sağramı ah, sırtımda rüya ve rüzgâr ölüm suları dökünüp yeniden sırdaş olacaktım cesedimle ey zamanı kısa denilen heveskâr suret kadınların hatırladıkça içlendikleri o çok çocuklu çıkrık sesi belki bu kadar incitmeyecekti beni yalnızlığın herkese düğme olduğunu bilmesem daha ikiydi tavafım, belki gitmesem.. bir geyiğin gözlerinde kıştı uyandığımda oysa öğrenmiştim dişlerimi sıkmadan göklere yakın uyumayı. fakat dizlerim geyikler kadar koşarken tuzağına hep bir fukara öfkesi belli etti beni yokluk vadisinde ziyan seferiler dönüp son kez baktılar bana dediler: zamana küs öldürdüğün yılanları gömmek için gelme  ağunu kirpiklerinin hürmetine sakla çünkü kış kanat germez toprağın imâsına nasılsa herkes ömrünü yer dön sen kalbin acısını ayakların sızısı alır dönsen de daha uzağa gidebilirdim ayaklarım olmasa yükümü mola taşlarında indirmez geceden geceye katrana bulamazdım göğsümü parmaklarım her beladan hevesini alır anlardım: geçer zaman insan kötülüğüyle nam alır ve ricat eder yılan derisine bir elin bir ele selamıyla velev ki geçer zaman hâşâ, demedim, ama kalpte zina gibi geçti söz içimden:  daha gül sen, daha gül insan duman hevesindedir dünyada yarasaların kanat sesleriyle atımın masum boynundan inip iki harf arasında şüpheyle kıvranan toprağa ve adıma baktım bir yaprak gibi ağdım boşluğa ağzımdaki sağanağı dindirdim ve fakat rüyâ terzisi razı gelmedi kendimin kal’asında kirli durmama:  avuçta sıkılmış bir taş gibi durma, dedi bana çünkü sorar her taş, sormalı:  neden benim kadar katlanmadın bana kaç zaman sonra eksik tavafıma bakıp uzak gözüyle ağlayan bir kadına söz düştüm:  kıvranan ömrün uzun olsun, dedi bana o yokluk burcunda git ve gel Allah bir tenha bulur belki sana belki bana gel.. III. veda hutbesi ey sabahına uzak düşüp meydanda sıra bekleyen çok yer dolandım sonunda yanına düştüm sokaklara vardırmadım gözlerimi ama gördüm:  şehirde herkes tebdil, erkekler yalan orada herkes tacir arzusunda şimdiden sonra her söz tehir gelir onlara orada zifiri kadınlar zamanla kendilerine kararır denizi bilmeyen çocuklar suyu söyletir:  şehirde herkes teşhir, kadınlar yalan andolsun ki neden sustuğu şüphe bir seda kadını sevdim orada uzadı saçları, görmedim her harfi sağdım alkışlar aldım şehirden çıkarken erkekler ayan da, her kadının kalbi sır neden, bilmedim bildiğim, o haram duvardan neden geçtiğim neyim varsa geride bıraktım çünkü oysa gözlerim ki biri kibir biriktirir biri içlenirdi ötekinin mahsenine meğer denizi buluncaya kadarmış nehrin telaşı hasılı bir bardakta iki suymuş kıymet ve kıyam anladığımda gelip durduğum duvar kollarına aldı beni ve git, dedi:  daha uzağa ve doğu’ya saçlarını arkaya yaslayacak kadar öğren yokluğun yılan dilini doğu’da her şey bir vedayla sezilir ey sözün sedefi seni göndermez anlam ve âmâ nerde kulağına fısıldardım ammâ sen de bir riyânın çocuğusun sonunda iki taşın sesinden çıkan alazla her sabah yediğim toprağı unutup soğuk taşlar biriktirdim sabahla gelenlere ama her seferinde yatır uykusuyla  döndüm herkese ve ezberime:  şüphesiz, o eski ağunun çocuğusun sen denilen tekrarı duydum her seferinde karaağaç, karaağaç sen de duydun mu, dedim duydum, dedi ama ben sözümü yutar taşımı çoğaltırım her sırrını meydan eden o şüphe beytine:  ey geceden geceye katran isteyen yoksulun oldum her seherde göğsüme doldurduğum kemikler yetmez olunca altın ufağı ayaklarıyla yolu tozutan kadınlar hüsran renginde baktı bana yüzümdeki peçeden umar yok, dedim onlara kendine şehvet dedirten dünyadan payım yok bir kırbacın iç çekişinden beklediğim sadakat incimi nerde düşürdüğümü hatırlatmıyor bana kusur benimdir, başa dönen tespihle affedin beni boynum eğilirken çıkardığım ses nöbet durduğum uykular, sonunda:  bu kimin haramıdır, diyecek bana son gece, bir kadının çadırında eğildim kar kuyularının ateşine mübarek akşamdır diye yaktığım kandil kıstığım kadın, sırrım ol, dedi korkarım gizli bir bıçak imtihan ediyor beni çünkü ay batarken hendekler kazacaklar sana ve sen söyleneceksin:  sırtındaki ben, gözündeki kıymık  neden görünüyor şimdi bana ve belki yeni bir mezhep için ferman edeceksin feryat edenlere:  aşk bir yutkunmadan başka nedir aşk bir yutkunmadan başka nedir yeniden ırayacak yolların sanırsın yeniden çöl ve bedir kör akşamların hışırtısını duyduğumda artık hakkım yoktu kimsenin otağında söz dökmeye hile ve hevestim herkesin huzurunda sim yeşili sularla örttüklerinde beni uzak, mor bir örtüydü doğu’nun rüzgârında duydum: herkes başkasının ateşiydi sonunda böylece uzadıkça uzadı ardımda tüten akşam geceye ellerini açanların sancısı sararken beni ey hâlâ yollardan bir göz uman ey kör, dedim  her nefes kafestir artık her nefes kafes beni senden soracaklar, şahit ol!  inandım: biriktirdiğim nal sesleri ezel inandım: her şey ben gittikten sonra güzel • Kemal Varol, 'Katran'
··
84 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.