Yalnız hatta Yapayalnız..
İstanbul'dayız..
Masmavi, denize nazır pırıl pırıl bir gün, tepemizde martılar seyrediyor. Karşıdan ufak tefek çipil gözlü bir adam söylene söylene geliyor, belli ki yine kızmış birilerine. Sokağın tam karşısından bir kadın sesleniyor adama;
-Ah vre Sait neredesin?
Sait durgun, her zamanki gibi kafası bir hayli karışık. Cebinde eczaneden yeni aldığı ilaçlar, bir tomar sarı müsvedde kağıt, Beyoğlu, Bomonti, Bâb-ı Âli kaldırımları arşınlıyor. İnsanların yüzlerini izliyor, her yeni yüz de yeni bir hikaye, her yeni yüz de eski bir sevgilinin silueti canlanıyor. Ne güzel kadınlar sevmişti oysa ki, ne çok aldanmış, ne çok kanmış, kanmak istemişti.
Salaş bir rum meyhanesine daldı bodoslama, girişin solunda ki üçüncü masada en sevdiği dostu hani şu ''Rakı şişesinde balık olsam!'' diyen. Kadehler dolduruldu, sigaralar yakıldı, şiirler, mecmualar, öyküler, eski aşklar, tadı damakta kalan her şeyin üstünden bir iki kez daha geçildi. Yüksek sesle bir iki şiir okunup, üstüne sigaralar tekrar, tekrar tellendirildi.. Koca koca adamlar rakı şişesinde balık olup denize karıştı..
Memleketin vaziyeti karışık, yazar çizer takımının metrekaresine bir sivilin düştüğü yıllar. Bizimkinin işi yok siyasetle, memleket meseleleriyle. Kalemini hiç kaldırmadan yazmak, rum sevgilisinin koynunda uyanmak, sokağı caddeyi içine çekercesine doya doya koklamaktan, yaşamaktan başka gayesi yok.
Ama küstürdüler bu kendi halinde adamı.. Önce kalemini bıraktı, sonra sevdiği kadınları.. Daha çok sokağa vurdu kendini, nerede dikkat çekmeyen hayat varsa, onları izledi kendi köşesinden. Senelerce içinde bir fiil topladı geçip giden yaşamları.. Ve bir gün tekrar özgür bıraktı kalemini, geçmişten intikam alırcasına, yazdı, yazdı, yazdı..
Ve bir gece omuzları daha fazla taşıyamadı bu yalnız adamı.. Yalnız geldiği bu hayata Yapayalnız veda etti. Önce martılar öksüz kaldı, sonra balıklar..