Erhan Bey yazınız ne tanıdık! Yazınızın bana verdiği his öylesine dost ki. Okumaya devam ettikçe içimdeki yazınsal hastalıklı his bütünleşti.. çünkü bu durumun ifadesi "hastalıklı".
Rahatlayacağımızı, kendimizi boşaltacağımızı düşünerek geçiyoruz defterin başına ama sonu uçurum, eminsizliklerle dolu, havada, aklı bi' karış yazıyla son buluyor. Ama işte bitmiyor bu, aynı umuşlu başlangıç, aynı gölgedeki belirsizlik hep devam ediyor... Bu durumu hastalıklı yapan da bu döngü diye düşünüyorum, biliyorsun ama yine de devam ediyorsun. İlginç bi' bağ bu. Yemin ederim hayatımda hiç anlam veremediğim bi' şey bu. Ve, savaşmaya çalıştım da.. ihmal ettim yazmayı. Boşvermeye çalıştım yazmayı ve sonu özür dolu yazılar oldu. Defterimden, kalemimden özür diledim. Utanç dolu cümlelerle kendimi affettirmeye çalıştım. Niyesi, kimesi yok bu özür dilemelerin. Çünkü yazmayınca daha beter, daha çekilmez olduğunu anladım. Çok ilginç bi' durum bu. Çok deneysel. Hayatta kişinin, kontrol ettiği, pişman olduğu, kendini akışına bıraktığı ve onla huzur bulduğu/ bulamadığı, küstüğü, sövdüğü bi' uzamının olması... Belki de, kalemin bağımsızlığıyla alakalıdır bu, bilemiyorum. Yazı yazarken bin farklı ruh oluyoruz. Elimizde bizden daha görmüş geçirmiş, deneyimli bi' hafiflik-ağırlık oluyor. Bunu yok saymak mantıklı bakıldığında, kişinin en büyük deliliği olur. O halde neden hâlâ bütünselleşememiş bi' his duyuyoruz ya da eğreti gölgelerle dalgalanıyor ruh? Bu ilginç işte. Hem de çok! Kişinin yazıyla çok samimi, uzaklaştıran, zaaflarını kullanan, onu destekleyen, çok içli dışlı bi' ilişkisi var. Tüm bunları iten en önemli şeyse gizem diye düşünüyorum.
Bu tanıdık, denemesel yazınız sorgulayıcı tavrıyla her ne kadar vurup kırsa da o kadar çok "dost" bi' yazı olmuş ki... Kesinlikle yalnız değilsiniz...