Türk edebiyatında ‘bayrak yazarlar’ vardır. Kabul edelim bunu, sevsek de sevmesek de bu yazarlar zamanında yazdıklarıyla kitleleri etkileyebilmiş insanlar. Mesela bugün öyle bir yazara denk gelmek çok zor. Çünkü ideolojiler öldü ve kitlelerin üzerinde Batıdan ithal edilmiş bir ölü toprağı var.
Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Nihal Atsız, Nazım Hikmet, Nihat Behram, Uğur Mumcu vs... Daha da çoğaltabiliriz. Bu insanların kitapları bir dönem kutsal kitap muamelesi görmüş. Fikirler, ideolojiler bu kitaplarla beslenmiş...
Peki günümüzde bu yazarları, bu kitapları nereye koymalıyız? Nasıl faydalanmalıyız? İşte burada yine o sihirli sözcük devreye giriyor: Edebiyat...
Bu çağda, ideolojik olarak bu kitapların hükmü çok zayıf. Yani bugünün genci Atsız okuyup, gidip Ülkü Ocağına yazılmaz. Ya da Nazım okuyup gidip komünist olmaz... Öyle bir dertleri yok çünkü. Oradaki fikirler (o haliyle) artık kimseyi heyecanlandırmıyor.
O yüzden 70’lerin 80’lerin tartışmasını birebir günümüze taşımak sadece zaman kaybı. Bu saatten sonra artık bu yazarları döneme dair bilgi edinmek ve edebi zevk almak için okumak lazım.
Kübracım, okuduğumdan anladığım kadarıyla sen de bu mesajı merkeze alarak yazmışsın incelemeni. Okuduğun şiirden etkilenmen, annenle paylaşman, o an içinde hissettiğin duygusal yoğunluğu tasvir edişin inanılmaz güzeldi:) İşte o noktada hem kitap hem de yazar bir anda flulaştı ve sana yansıyan o duygu ön plana çıktı. İşte edebiyatın büyüsü denilen şey tam olarak bu değil mi?
O halde, ölü ideolojiler üzerinden kavga etmek yerine edebiyatın yaşayan kelimeleri, cümleleri, dizeleri üzerinden yeni bir iletişim kurmanın zamanı gelmedi mi?
Kübra, incelemen o kadar dolu doluydu ki altına bir kamyon dolusu yazı yazdırdı bana:) Uzattığım için kusuruma bakmayın... Emeklerine sağlık...