Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ağustos Ayı Hikaye/Deneme Etkinliği
Yazar:
Rahime
Rahime
Hikaye Adı : Çapraşık Link: #32201286 Ressam : Klimt i.hizliresim.com/b6L0W8.jpg Siyah postallarının bağcıklarını bağlamak için eğildi adam. Parmakları birbirine dolaşa dolaşa, üstün körü bağladı ayakkabılarını ve Parkasını geçirdi üzerine. Parka, hızlı hareket etmesini engeller diye giymekten vazgeçip, siyah yağmurluğunu giyip, kapşonunu geçirdi kafasına. Kamerasının da şarjını kontrol edip çantasına koydu. Sessizce odasından çıkıp merdivenlere yöneldi. Etrafa steril bir koku yayılmıştı. Ne olduğunu anlamadı, anlamak için de çok düşünmedi. Bir an evvel gitmesi gerekiyordu. Dışarı çıktığında gökyüzüne baktı. Dolunay vardı o akşam… ayın parlaklığı gecenin karanlığını alıp yeryüzünü laciverde boyamıştı sanki… Cebinden anahtarını çıkartıp 70 model Mustang aracına binip yola koyuldu. Aracı eski olmasına rağmen gayet iyi gidiyordu. Gerginliğini üzerinden atmak için radyoyu açtı ve çıkan şarkıya eşlik ederek söylemeye başladı ama içindeki ürperti rahatlamasına izin vermiyordu. Kendi kendini telkin etmeye başladı bu defa. “Sonuna geldim artık. Herkes her şeyi öğrenecek. Git ve bu işi hallet! Onlara ne kadar iyi bir gazeteci olduğunu göster! Hadi ama yaparsın sen bunu.” Yaklaşık bir saat yol aldıktan sonra üzüm bağlarının olduğu tepelik bir yere gelmişti. Arabasını kuytu bir yere çekip geri kalan yolunu yaya olarak devam etmesi gerekiyordu. Çantasına fener koymuştu ama ay o kadar parlaktı ki ona hiç ihtiyaç duymadı. Çamurlu yollarda bata çıka yürümeye başladı. Sabah çok şiddetli yağmur yağmıştı bulunduğu yerin toprakları Terra Rossa tipi toprak olduğu için yağan yağmurla birlikte balçık gibi olmuştu, adımını her kaldırışında büyük kuvvet sarfetmesi gerekiyordu. Yarım saat çamurlu yolla mücadele ettikten sonra nihayet kayalık bir alana gelmişti. Artık daha rahat hareket edebiliyordu. Dikkatli bir şekilde kayalık alanı çıktıktan sonra şarap mahzeni olarak kullanılan yer altı mağarasını gördü. Kendini gizleyecek şekilde bir kayanın arkasına saklandı ve etrafı kolaçan etti. Mahzenin tam girişinde, ellerinde silahla iki tane izbandut gibi adam duruyordu. Onlara görünmeden mahzene girmesi gerekiyordu ama nasıl? Girişin yan tarafından sessizce yürümeye başladı. Mutlaka başka bir girişi daha olmalı diye düşündü ve yanılmadı. Yirmi metre ilerisinde bir giriş daha olduğunu gördü ama oradan girmesi de imkansızdı. Orada da iki adam nöbet tutuyordu. Pes etmedi, mağarının üst tarafına doğru yöneldi ve bir oyuk bulursa oradan içeriye girebileceğini düşündü. Bu düşüncesinde de yanılmadı. Küçük de olsa bir oyuk bulmuştu ve zor bela, iki büklüm şekilde o oyuktan geçip, mahzene girmişti. Her yer zifiri karanlıktı. Çantasından fenerini çıkartıp yaktı. Etraftan tuhaf sesler geliyordu. Ağıt yakmayı andıran ama en çok da yakarış gibi hep bir ağızdan edilen dua gibi seslerdi bunlar. Gazeteci adam, el kamerasını açıp kayıt tuşuna bastı ve usulca sesin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Bulunduğu yer çok dardı ve sürekli kafasını duvarlara çarpıyordu fakat zerre acı hissetmiyordu. Hissettiği tek şey kalbinin deli gibi atışıydı. Ses gitgide yaklaşıyordu ve olan biteni görmesine çok az kalmıştı. Yaklaştıkça etrafın yavaş yavaş aydınlandığını gördü. Bulunduğu yer ise artık daha genişti ama yaklaşık 3 metrelik bir duvarı tırmanması gerekiyordu çünkü tüm sesler o duvarın arkasından geliyordu. Fenerini çantasına koyup, kamerasını da kapatıp boynuna astı ve tırmanmaya başladı. Güçlü kolları sayesinde tırmanmak çok zor olmadı onun için. Uygun bir yer bulup kamerasını tekrar açtı ve kayda başladı. Yaklaşık 15 metrelik bir yükseklikten olan biteni izlemeye ve kaydetmeye koyuldu. Aşağıda yüzlerce mum yanıyordu. Köşelerde ise yedi tane adam elinde meşale tutuyordu. Çıkıntılı bir alanın üstünde mor pelerinli, başında koç kafasına benzeyen, boynuzları altın renkli tuhaf maskeli bir adam vardı ve anlamadığı bir dillde bir şeyler söyleyip ellerini aşağı yukarı kaldırıyordu. Arkasındaki yirmi kişilik siyah pelerinli, maskeli bir grup ise onun hem söylediklerini hem yaptıklarını tekrar ediyordu. Belliki bir ayin yapıyorlardı. Hep bir ağızdan tuhaf şeyler söyleyip, garip hareketler yapan fantastik kostümlü bu insanlar, genç gazetecinin aylardır ifşa etmeye çalıştığı sapkın bir tarikattı. Tarikat üyeleri güçlü iş adamlarından oluşuyordu. Silah, uyuşturucu ve beyaz kadın ticareti yapıyorlardı. Her yıl Ekim ayının ilk dolunay gecesi toplanıp bazı ritüellerini yerine getiriyor ve seçtikleri iki kişiyi tanrıları için kurban ediyorlardı. Gazeteci kendi kendine “Artık sizinde, sapkın tarikatınızında sonu geldi! Yarın hepinizin foyasını tüm dünyaya göstereceğim.” deyip keyifli bir şekilde kayıt yapmaya devam etti. Mahzene birden bire sessizlik çöktü ve pelerinli, yüzü maskeli bir adam, yarı çıplak bir kadın ve yaklaşık yedi aylık bir bebeği mor pelerinli adamın yanına getirdi. Mor pelerinli adam tarikatın lideri olmalıydı. Kadın kucağındaki çocuğu tam ortada bulunan beyaz taşın üzerine koyup tarikat liderinin önünde diz çöktü. Ellerini yere koyup bir şeyler mırıldandı ve adamın eteğini öpüp ayağa kalktı. Kadının transa geçmiş gibi bir hali vardı. Söylenen her şeyi yapmak için komut bekliyordu sanki. Tarikat lideri, kadının elinden tutup, su dolu beyaz, yüksek bir mermer kurnanın yanına götürdü ve anlaşılmayan bir şekilde tuhaf şeyler söyledi ve kadının kafasını su dolu kurnanın içine soktu. Belli ki kadını öldürecekti ama kadın en ufak bir tepki vermiyordu. Kadının kafasını dakikalarca suyun içinde tuttu ve nihayet öldüğünü anlayınca bıraktı. Kadının cansız, yarı çıplak bedeni yere yığılmıştı. Gazeteci adam, gördükleri karşısında dehşete kapılmış öylece olan biteni izliyor kadının tepkisiz bir şekilde nasıl öldüğünü anlamaya çalışıyordu. Mor pelerinli tarikat lideri, eliyle bebeği işaret etti. Anlaşılan kurban edilecek diğer kişi o masum bebekti. Adam bebeği alıp havaya kaldırdı ve yine tuhaf dualarından birini yüksek sesle okuyup mermer kurnanın yanına gitti. Gazeteci adam paniklemeye başladı. Masum bir bebeğin ölmesini izleyemezdi bir şeyler yapıp bebeği kurtarmalıydı ama ne yapacağını bilmiyordu. Sağa sola doğru kıvranmaya başladı ve o panikle elindeki kamerası, ayin yapılan yerin tam ortasına düştü. Üyelerin hepsi birden yukarıya baktılar ve orada birinin olduğunu gördüler. Adamlarına bağırıp derhal yakalamalarını emrettiler. Gazeteci ne yapacağını şaşırmıştı el fenerini açıp geldiği yoldan hemen dışarıya çıkmalıydı. Geçtiği yol o kadar dardı ki vücudunun vurmadığı yeri kalmamıştı. Nihayet içeriye girdiği oyuktan dışarıya çıktı, nefes nefese koşmaya başladı. Arkasına baktığında takım elbiseli, dazlak bir adam elinde silahla onu kovalıyordu. Daha hızlı koşması gerekiyordu gazetecinin ama nabzı o kadar yüksek atıyordu ki düşüp bayılacaktı neredeyse. Dazlak adam bir kaç el ateş etti ama neyeseki hiç biri isabet etmedi. Gazeteci kayalıkların bulunduğu tepenin oraya gelmişti tam oradan aşağıya ineceği sırada dazlak adam yakaladı ve üzerine çullandı. Birlikte yuvarlanarak dört metrelik yükseklikten aşağıya düştüler. Adamın elindeki silahı da düşüp karanlıkta kaybolmuştu. Dazlak adam, gazeteciye üst üste yumruklar atmaya başlıyordu. Gazeteci kendini savunuyordu ama nafile… Karşısındaki adam bir gorille dövüşse gorili alt edecek güce sahipti. Gazeteci, tam her şeyin bittiğini, öleceğini düşündüğü sırada eline geçirdiği büyük bir taşı adamın kafasına indirdi. Afallayıp yere yığılmasını fırsat bilen gazeteci tekrar kaçmaya başladı, yüksek bir uçurumun kenarına gelmişti kaçacak yeri kalmamıştı. Dazlak adam da toparlanıp peşinden gelmiş sıkıştırmıştı onu. Artık gazeteci için iki seçenek vardı. Ya uçurumdan aşağı atlayacaktı, ya da ayıboğan, çam yarması bu herifle dövüşecekti. Atlarsa sağ kalamayacağını biliyordu bu yüzden dövüşmeyi tercih etti, bir kere elinden kurtulduysa bir kez daha kurtulabileceğini düşündü. Dazlak adam gazeteciye yaklaşıp “İşin bitti!” dedi ve tekrar altına alıp yumruklamaya başladı. Gazeteci bu kez daha serin kanlıydı ve ayağıyla güçlü bir tekme atıp adamı üzerinden fırlattı. Tam kaçacağı sırada dengesi kaybetti, uçurumdan düşeceğini anlayıp can havliyle dazlak adamın ceketinin cebinden tuttu. Dazlak adam onu büyük bir öfkeyle aşağıya itti, tabii ceketinin cebi de adamla birlikte yırtılıp aşağıya düşmüştü. Yaklaşık kırk metrelik bir yükseklikten katran gibi bir sıvının içine çakılmıştı gazeteci. Vücudunun hiç bir yerini hissetmiyordu. Sadece içinde tuhaf bir soğukluk ve odasından çıktığı anda duyduğu steril kokunun aynısını alıyordu. Yavaş yavaş gözleri kapandı ve katranın içinde kayboldu. -Bu ikinci oldu. Bir daha böyle bir şey yaparsa onu yatağa bağlamak zorunda kalacağız. -İlaçlarını almıyormuş ne zamandır. Bize de hiç bir şey belli etmedi. Her zamankine göre daha ılımlı davranışlar sergiliyordu böyle devam ederse taburcu ederiz diye düşünmüştüm ama korkarım ki uzun bir süre daha hastanede kalması gerekecek. Belli belirsiz duyduğu bu konuşmalar üzerine gözlerini açtı genç adam. Nerede olduğunu sordu. -Sakin ol Çetin. Hastanedesin. -Polise haber vermeliyim. Bir kadın ve küçük bir bebeği öldürdüler. -Kimseye haber vermemize gerek yok. -Bakın anlamıyorsunuz, bir grup insan ayin yapıp iki insanı öldürdü diyorum. Kameraya çektim hepsini. -Kameran nerede? -Orada düşürdüm. -Bak Çetin, gördüklerinin hiç biri gerçek değil. Onlar sadece senin hayal ürünün. İki yıldır tedavi oluyorsun burada ama son zamanlarda ilaçlarını almamışsın. Önceden gördüğün halüsinasyonları tekrar görmeye başlamışsın. -Hayır! Hiç biri halüsinasyon değil. Hepsi gerçek! -Dün gece baş hekimin arabasını alıp kaçmışsın. Arabanın yerinde olmadığını görünce polise haber verdik, kamera kayıtlarından arabayı alıp gittiğini gördük. Yetmiş kilometre ötede iki tane kamyon şoförü arabayı terkedilmiş şekilde bulmuş. Otuz metre kadar ilerisinde ise seni çamurun içinde baygın halde bulmuşlar. Büyük ihtimal ile nöbet geçirip bayıldın. Bir daha böyle şeyler yapmamalısın. Tekrar kalkışırsan emin ol burası senin için hapishaneden farklı olmayacaktır! Adam, duydukları karşısında dehşete kapılmıştı. Herşey o kadar gerçekti ki nasıl olur da gördüklerinin hepsi hayal olabilirdi? Herşeyi görmüş, duymuş, hissetmiş hatta dövüşmüştü. Nasıl olurda gerçek olmazdı bunlar? Aklı böyle bir oyun oynayabilir miydi ona? Tüm bu sorulara cevap ararken başı çatlayacak gibi ağrıyordu. “Belki de doktor haklıdır. Hepsi benim hayal ürünümdür. Hem o kadar yüksekten düşmüş olsaydım sağ kalamazdım.” diye düşündüğü sırada sağ elini sımsıkı sıktığını fark etti ve yavaşça avucunu açtı. Gördüğü şey ise düşerken, dazlak adamdan kopardığı kumaş parçasıydı…
··
40 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.