İlk olarak benimle yaşıt olan (97 basım), bu Ahmet Erhan kitabını bana hediye ederek, okuma fırsatı tanıyan
DUA ablaya tekrardan teşekkür ederim.
Ben isterim ki yazılan bütün şiirler gün yüzüne çıksın. Şairler de tüm güzel şeyler gibi geçmişte kalmasın. Onlar ile birlikte dile gelsin acılarımız, sevinçlerimiz, aşklarımız...
Bu güzel etkinlik ile Ahmet Erhan'ı geçmişte saklı kalmaktan kurtaran değerli insanlara başta https://1000kitap.com/H_ibrahim ve
DUA abla olmak üzere, siz değerli okurlara da teşekkür ederim.
Alacakaranlıktaki Ülke, Erhan'ın okuduğum ikinci kitabı ve okudukça bunu daha iyi anlıyorum ki Ahmet Erhan şiirlerinde gizli. Acıları, hüzünleri, hayalleri şiirlerinde, orada bir kez daha hayat buluyor.
"Acının şairiyim ben
Ne övüncüm var bunda, ne bir utancım",
diyor kendisi için Ahmet Erhan. Acılar son bulur mu bilemem ama Erhan'ın acının, ölümün ve hüznün şairi olduğu aşikar. Dediklerimi işte bu dizeleriyle doğruluyor:
"Bir kalem, kendi kendine yazar bu şiiri
İnsanlar işlerine giderler, ben acıya giderim" (sf.91)
Bir cırcır böceğine benzetir kendini Ahmet Erhan, sonrasında yaralanır bu cırcır böceği, geceleri şiir olur da kanar kanar kanar...
"Dindi yarası cırcır böceğinin
Bir yaşam boyu yarasını sözcüklerin ardına sakladı" (sf.86)
Bu kitabı okurken gözümde bir hayal canlandı hep. Gündüz karanlığından ziyade birde akşamın getirdiği karanlık bir olunca eline bir fener alıp düşer sokaklara Ahmet Erhan. Duvarların, kahvehanelerin, halkın ve en önemlisi çocukların sesi olur...
"Ay dalında unutulmuş bir portakal gibi
Çocuklar bilir bunu ne demektir
Yıldızlar oynaşırken perdelerin örtülmesi" (sf.43)
Sonrasında gecenin daha da kararttığı, nem bürümüş odasına döner Erhan. Bu sefer de feneri kendi içine tutar. Gördüğü tüm acıları harmanlar ve alıp ölüm ile yoğurur. Böyle olunca da karşımıza eşsiz bir Ahmet Erhan çıkar.
"Acılı çağların çocukları
Ölüme alışmalı, ama
Ben kabullenemedim gitti" (sf.59)
Henüz daha genç yaşlarda yazdığı bu kitabı ile 1981 Behçet Necatigil şiir ödülünü alır Erhan. Aslında azda olsa adıyla da içeriğini yansıtıyor kitap. Ahmet Erhan'ı tanıdığım için mutluyum. Zekasına, duyarlılığına, üslubuna, şiir kitabı olmasına rağmen öyküsünü bir su gibi akıtabilmesine hayran kalmamak elde değil. Ama sigara dumanının sindiği, gözyaşlarının damladığı bu derin dizeleri okurken çok hüzünlendim.
Erhan, acının şairiyim diyor ama kendisi ile özdeş olan başka bir kelime ise 'ölüm' oluyor. Ölümü düşünüyor baştan sona, kalıba döküyor, kesiyor, biçiyor ama yine de yakıştıramıyor onu kimseye güzel günleri yaşamak varken...
Daha sonra bu acı düşünceyi alıp nakış nakış işliyor şiirlerine.
"Bugün oturdum ölümü düşündüm
Yirmi yaşında ve hayat bu kadar güzelken" (sf.47)
"Damarlarımda yeniden yayıldığını duyuyorum kanımın
İçtenlikle söylüyorum, seviyorum bu hayatı
Ölmek istemiyorum ama ölebilirim şimdi
Varsa ölümün bu dünyaya yararı" (sf.57)
Şiirlerindeki acının vermiş olduğu ağırlığın farkında ki Ahmet Erhan, bu dizeler dökülüyor kaleminden:
"Buz üstüne yamak isterdim
Bütün bu şiirleri
Ya da denizin yaladığı
Bir kıyıya bırakmak..." (sf.65)
Şiirlerini, buz diye kağıtlara yazarak kalbinizde eritip yerine kendini bırakıp gidiyor Ahmet Erhan.
"Artık her şey bitti, karanlık dışarılar
Artık her şey bitti, seni nasıl inandırayım" (sf.90)
İyi Okumalar..
...............................................................................................................................
"Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman
Uykusunda bir kuş ölür ecelsiz
Alıpta başını gitmek istersin
Karanlık sokaklar kör sağır dilsiz"
youtube.com/watch?v=CWcKL1S...
Elimde iki tane olduğu halde kolay kolay kimselere gönderemem dediğim kitaplardan biriydi. Değecek birine gönderdim ve değdiğini gördüm mutlu oldum kalemine yüreğine sağlık