Bir yanıyla insandı. Çok yanıyla haberci; Her haber bir
mucize. Konuşmak mucizeydi. Yazmak mucize. Âdem kendisini
suhuf başında okur buldu.
Kelâm ilâhi özdü. Dünya kalem. Gök sahife.
Sözü sese ayırdı. Sesi şekle çevirdi. Adem kendisini dünya
kitabını okur gibi yazıyı da yazar buldu.
Örtüsünü öyle bürünmüştü ki dünya, Âdem bu kitapta
olgunluğa bir virgül koydu, kemalin noktası ise görünürlerde
yoktu.
Bir geçmişi yoktu Âdem’in dünya yüzünde, gök kubbenin
altında. Ama o daha su ile toprak arasında’yken cennet göklerinde
bilip ayırdığı, ruhuna nakşettiği, alnına mühürlediği harfi çok uzak
bir geçmişi hatırlar gibi hatırladı. Onu geçmişten değil gelecekten
tanıdı.
Âdem, ey Âdem, dedi. Kendisine seslendi. Sonra kendisine
cevap verdi.
Gelişinin evvelinde ahir olanın sırrını keşfetti. Nûr-ı
Muhammedi. Ebedi fehmederken, ezelde çözümlendi.
Bir beyaz gül remzinde akl-ı evvelin kelimesini söyledi:
Mim.
Örttü kelimelerinin kapısını. Mirâc etti.