İki yüzlü , çıkarcı , mevki budalası insanların , bir şey olabilmek - bir yerlere varabilmek için yaptıkları yalakalıklardan sıkılmış, kendini ne bu dünyaya ne de kendi bedenine ait hisseden bir adam.
Kendine yarattığı yeraltı medeniyetinde , toplumdan izole olmanın yarattığı yalnızlık ve derinliğin etkisiyle iyiden iyiye hassaslaşan, camdan yapılmış kırılgan ruhuyla insanlar arasında acı çeken , o adamın sessiz çığlıkları...
“Beyler yemin ederim,her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır.Hem de gerçek,tam anlamıyla bir hastalık.”
Statü olarak oldukca zayıf bir konumda olmasının yaninda , kendisine yarattığı dünyada mükemmel insan analizleri ve psikolojik tahliller yapan ama gercek dünyaya döndüğünde insanlarin gözünde bir haşare kadar bile değer görmediğini düşünen yazarın bu iki duygu arasına sıkışması...
Bknz: ambivalans
Kalabalıklara karıştığında tüm bedenin saran o korkunç sosyal fobiyi , değersizliği, gereksizliği ... her kaldırıma kendini vurduğunda göreceğiz...
Ve ötekileştirmenin insan bedeninde yarattığı o korkunç tahribat... yapayalniz bir münzevi olmanin verdiği hissizlikle, kendini dış dünyadan soyutlayan
ama her defasında insanın sosyal bir varlık olduğu, spinoza’nın da dediği gibi “ insanın şifası insandır” mottosundan ilham alarak... yine kendini insanlarin içine atan ve her defasında örselenen, bir haşere gibi görmezden gelinen bir adam....
Tek ve ebedi kurtuluş oradaydı...yalnızlıkta . Tıpkı cemil meriç’in söylediği gibi; “insanlar kırıcıydı , kitaplara kaçtım” gibi yalın ve sade... ve güneş battığında yeniden kendine yarattığı hayali dünyasina yani yeraltina dönüp, kibirli ve aşagılık insanlarin içinden sıyrılacaktı... Teşekkürler edebiyatın altın kalemi dostoyevski...