‘Çünkü en güzel hikayeler hep yeniden yazılanlardı...’
.
Engin Akyürek,mutlu sonla bitmeden de güldürebilen hayatlardan bahsediyor, geçip gidenlerden,kendi ellerimizle sonlandırdığımız masumiyetlerimizden.En çok umuttan ve sessizliklerden..
.
Yirmi bir öyküde de tanıdık sesler var hatta yüzlerini görseniz çıkartacağınız karakterler.Mesela Ankara var durakta bir sonraki EGO’yu beklediğiniz,bahçesine dalıp meyvelerini aşırdığınız amcalar,gecenin bir vakti özledim bahanesine sığınarak telefona sarılan eski sevgililer..
.
Ankara’da öğrenciyken annemi en azından üç-dört kez arayıp bebeklik fotoğraflarımı istemiştim,çocukluğumun çoğunda saçlarım alaburus değil ama alagarson kesimdi,sokaktan annemin adımı seslenmesiyle eve dönerdim..İşte bu öykülerde de fırından çıkan ekmek kokusu var,sizi ucundan bir parça almaya ikna ediyor,bir bakmışsınız eve vardığınızda yarısı yenmiş bile! Diğer bir deyişle bir bakmışsınız tek solukta okumuşsunuz bu öyküleri..
.
Velhasıl akıcı ve oldukça samimi bir dile sahip Akyürek.Öyküleri okurken ‘aslında şiire de yatkın bir dil’ diye düşünmedim değil.
.
Ve bir diğer güzel ayrıntı,kitabın telif gelirlerinin Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlanıyor oluşu~