Gönderi

270 syf.
6/10 puan verdi
·
Liked
Almanya hiçbir şey ifade etmez. Ama münferit her Alman çok şey ifade eder. Almanya gerçekten de Avrupa’nın temelinde çok önemli bir yeri olan ülke. Öyle bir medeniyetten öyle bir kültürden ve tabi böylesine kozmopolit bir ülkeden nasıl oldu da Hitler gibi bir adam çıktı? Ve asıl ilginci böyle bir ülke nasıl oldu da Hitler’i destekledi? Aslında bu sorunun cevabı oldukça basit. I.Dünya Savaşı’ndan sonta İtilaf Kuvvetleri’nin Almanlara -ve tabi biz Türklere- icbar ettikleri şartlar insanın kendisine saygısını yok edecek türdendi. İnsan yerine dahi konulmayan Almanlar, Hitler’in gelişiyle birlikte asil olduklarını anladılar. Çünkü Hitler onlara aynen şöyle seslenmişti: “Siz hepiniz asilsiniz. Çünkü hepiniz Almansınız.” Hitler, Alman halkının kaybetmiş olduğu özsaygıyı yeniden kazandırdı. Alman halkı parasızlıktan operaya ve sair surette etkinliklere gidemezken Hitler bir anda ortaya çıkıp Alman Filarmoni Orkestrasını Opel fabrikalarına, işçilerinin ayağına gönderdi. İnsanlar önce korkudan katıldılar. Sonraysa bunu artık korkuyla yapmak istemediler çünkü bu durumu kendilerine yediremediler. Bu yüzden de katıldıkları ama istemedikleri bir şeyin parçası olmaya başladılar. Sopa yiyenlerden biri olmamak için sopa atanların safına katılmak. Hemen sonrası zaten bir zafer sarhoşluğu, birlik ve beraberlik coşkusu, kalabalıkların çekim gücü. İşte aslında bugün de aynı problemi biz yaşıyoruz. Hitler’in bu yaptığı entelektüel sınıfı yok etti. Yani elitleri. Bir kere elit kelimesi seçilmiş demektir. Tarihte elit demek elit olmayan halk tabakasının üstünde kişiler anlamına gelir. Bu çeşitli şekillerde adlandırılmıştır. Bazen zenginler, bazen politikacılar, bazen de sanatçılar. Ancak biz elit dediğimiz zaman iyi eğitim görmüş, çok okur kişilerden bahsediyoruz. İşte Hitler, elitizmi yok ederken bu elitler, Amerika ve İngiltere’ye giderek atom bombasını icat etmişlerdir. -Bu konuyu bir sonraki kitapta arz etmek istiyorum.- Şimdi değinmek istediğim nokta başka bir şey. İran Devriminde Şah devrildiğinde babası general olan Mona şöyle anlatıyor : “...Her şey 8 ay içinde olup bitti... Devrimden sonra herkes sokaktaydı. İnsanlar dışarıdaydı ama bunlara kim önderlik ediyor belli değildi. Humeyni, 'Şah giderse her şey bedava olacak. Hiç kimseyi hapishaneye atmayacağım. Hepiniz cennette yaşayacaksınız' demişti. Devrimden sonra babamın gözlerini bağlayıp götürdüler. Birçok generali idam ettiler. Annemin bir dayısı ünlü bir cerrahtı. Mollalardan birisinin çocuğunu iyileştirmişti. Karşılığında babam idamdan kurtuldu ama 12 yıl boyunca evde göz hapsinde kaldı. Devrim olduğunda Fransız okulu Institute Maryam'e gidiyordum. Sadece kızların gittiği bir okuldu bu. Eğitimi rahibeler veriyordu. Okulun içinde bir kilise bulunuyordu. Ermeni arkadaşlarımız vardı. Bizim açımızdan cami ya da kilise arasında fark yoktu. Kiliseye gidip dua ediyorduk. Devrimden sonra Müslümanların bu okula gitmesi yasaklandı. Üniversiteye gitmemiz zorlaştırıldı. Ve sonra İran-Irak Savaşı başladı..." Yani aslında her şey yavaş yavaş sindire sindire gerçekleşti. Şeriata giden yolda İran halkı ne olduğunu anlamamıştı. Yaşanacak gelişmelere önceden alıştırılmış ve tüm enerjisini bu ilk tepkide dökmüştü. Sonra da gelişmeler bir bir yaşanmaya başlanınca insanlarda ne tepki verecek bir güç ne de olayları anlayabilecek sinerji kalmıştı. Bizde de buna benzer gelişmeler yaşanmıştı. Mesela askeri darbeler. Ama askeri darbelerde her şey kaba kuvvetle halledilir sonra kanunla düzen sağlanmaya çalışılır. O ana kadar, karşısında durabileceğiniz bir düşman bulabilirsiniz. Ancak bugün işler öyle ilerlemiyor. Halk kendisine karşı bir kuvvet kullanımına çok kitlesel bir tepkiyle karşılık veriyor. Bu da istediğini gerçekleştirmeye odaklanan otoriteleri zor durumda bırakıyor. Bunun da çözümünü tabi ki Hitler’in yönteminde bulmuşlar. Hitler, her ne kadar Şansölye olana kadar partisiyle birlikte ciddi bir kuvvet kullanımına başvurmuş olsa da bu hükümet kuvvetleri baskısı değildi. Halk tarafından hükümete uygulanan bir baskıydı. Şansölye olduktan sonra da aslında şiddet kullanımına başvurmadan her şeyi kanunlar ölçüsünde halletmeye başladı. Zorla yaptırmaya çalıştığınız bir konuda halk, karşısında mücadele edebilecek bir grup bulabiliyordu. Ancak kanunla zoru getirmeye başladığınızda halk ne tepki verebiliyor ne de kitle halinde örgütlenebiliyordu. Çünkü neye karşı kime karşı mücadele gösterip isyan edecekti? Dolayısıyla da halkı istediğiniz noktaya getirene kadar zor kullanmadan hedefinize adım adım ilerleyebiliyorsunuz. Bu Hitler açısından oldukça başarılı olmuştu. Bugün de çeşitli hükümetler aynı yöntemi izliyorlar. Ve inanın bana oldukça başarılı oluyorlar. Böyle bir hükümetin ülkesinde vatandaş olduğunuzu düşünün. “İki birbirine denk olmayan rakibin karşı karşıya geldiği bir düello. Son derece güçlü, muktedir ve merhametsiz devlet bir tarafta; küçük, isimsiz, kim olduğu bilinmeyen münferit bir şahıs diğer tarafta.” Böyle bir durumda ancak savunma durumunda kalabilirsiniz. Zaten bir süre sonra da tüm savunmanız aşılmış, gelecek olan darbenin ne zaman ineceğini beklemeye başlarsınız. Hemen hemen her ülkede olduğu gibi 1914 sonrası Almanya’da da işler böyle olmuştu: “Gelecek, sıra dışı şahsiyetler olmak için çalışmış, didinmiş, gayret göstermiş Rathenau’ların olmayacaktı, gelecek basitçe araba kullanmayı ve ateş etmeyi öğrenmiş Techow ve Fischer’lara aitti.” İnsanlar nefret ve vicdan azabının ruhsal olarak onları yoldan çıkarmasına izin vermek istemezler. Ama nefret ve ızdıraba neden olan duygular durmaksızın size vurmaya devam ettikçe nefret ve ızdırabı nasıl engelleyebilirsiniz ki? Sadece görmezden gelmekle, başka yere bakmak, kulakları tıkamak, kabuğuna girip etrafına bir ağ örmekle mümkün olabilir bu. Ama bu da cinnetin başka bir türlüsüne neden olur: “ Gerçeğin kaybına.” Nietzsche ne demişti; “Alman kültürü Alman imparatorluğuna karşı savaşı kaybetti” ….
Bir Alman'ın Hikayesi
Bir Alman'ın HikayesiSebastian Haffner · İletişim Yayınları · 2020221 okunma
··
152 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.