insanlar kendilerine güvenlik ve rahatlık temin etmek adına,
bireysel kimliklerini unutup kolektif bir kimliğe bağlanırlar. Bir gruba, cemaate ya
da bir ideolojiye sığınırlar; “Ali”, “Veli”, “Hans”, “George” ya da “mütevazı bir insan”
olmaktan önce, “feminist”, “Hristiyan”, “Amerikalı”, “milliyetçi”, “sosyalist”,
vb. olmayı tercih ederler. Bireysel kimliğimizi grup kimliğimizle değiştirdiğimiz zaman
düşünce, inanç ve davranış özgürlüğümüzün önemli bir bölümünden vazgeçeriz.
Topluluğun düşünce ve inanç birliğiyle davranışta ahenk talebini benimseriz.
Grup bizi içine alır, bize kolektif bir kimlik sağlar; aidiyet dürtümüze seslenirken
bizi kendimizi arama derdinden kurtarır. Aynı topluluk kendimizi ihtiyaç duyulan
biri olarak görmemizi sağlarken bize güvenlik ve yaşama rahatlığı temin
eder. Ama bunu yaptığımız zaman, ait olduğumuz grup ya da topluluğu insanlığın
merkezi olarak görmeye başlarız. Bu gruba dâhil olmayanları, farklı düşünenleri
kendimize düşman olarak görme durumuna geliriz. Çünkü dünyayı “biz” ve “onlar”,
yani kendimiz ve diğerleri, inananlar ve kâfirler, vatanseverler ve satılmışlar
olarak ikiye ayırmışızdır. “Biz”in “onlar”dan her zaman ve her yerde üstün olduğunu
söylemeye gerek yoktur. Bunun gerçekte böyle olmadığını, bize sadece felsefi
bir tutum gösterebilir.
(Prof.Dr. Ahmet Cevizci)
ve bundan bağımsız olarak daha önce dile getirdiğim konu
#34983690