“Ledün İlmi’nden bir damlayı tadan, kendi gönül kabı kadarını bilir ve anlatamaz. Sadece o hâli yaşar.”
Bambaşka bir alemdeydim. Yeni geldim. Ya da hiç bir yere gitmedim. Nasıl anlatsam? Anlatsam anlaşılır mı? Anlatılır mı ki? Belki gönül kabım kadarını... Uzun zamandır bir kitaba bu kadar bağlanmamıştım. Okurken aşk’a geldim. Aşk oldum, aşık oldum. Kitap hiç bitmesin istedim. Zihnimin en sakin olduğu zamanlarda okumaya çalıştım. Hiç bilgim yoktu ledün ilmi ile ilgili. Şimdi bilgilendim mi bilmiyorum.
“..bilinmeyeni, görünenlere anlatmak zordur. Ustalık gerektirir. Biraz da heybetli bir konudur. Ürkülür. Gayb âlemi ne de olsa. Görünmeyen âlem. Görünmeyen deyince insanın aklına türlü türlü vesvese gelir.”
“Dünya gözünden geç, gönül gözünle görmeyi dene.”
Çünkü ancak öylelikle anlaşılabilir bu kitap. Sevgiyi, bedeni, ruhu, hakikati, nefsi, dengeyi, imanı, inancı, varlığı, yokluğu, tekamülü, özü, gönül gözünü, ölümü, yaradılışı, doğuşu, arayışı, buluşu, aşkı, an’ı, zamanı, ben-sen’ken biz oluşu, bir oluşu yani bizi ve dolayısıyla O’nu, Yaratıcıyı, her birimizin ruhuna kendi ruhundan üflemiş Ol’anı, bize en yakın olanı anlatıyor. Kitabın bir çok yerini çizdim, dönüp dönüp tekrar bakıyorum daha güzel bir inceleme ortaya koyabileyim diye. Lâkin güzel bakan güzel görecektir zaten. Gönül kabım doldu taştı. Okumak isterseniz gözlerinizle gördüğünüz kelimelerin, kalbinize akmasına izin vererek okuyun.
“Aşk, Ledün İlmi’nin rahmetidir. Ledün ilmide Aşk’tan beslenir. Aşksız hiçbir şey olmaz bu âlemlerde.”