Gönderi

(…) Ben kendini beğenmiş insanları da sevmem, beğenmem. Ama toplantıdan, şiir seansından çıkışta, parkın önündeki durakta, tramvay beklediğimi gören Nâzım Hikmet, birden koşar gibi yanıma geliyor! Müjde verircesine sevinçli bir sesle: ― «Çok şükür, çok şükür! Rusya’dan döneli ilk defa sizin gibi birini görüyorum.» diyor. ― «Anlamadım… Affedersiniz… Ne demek istediniz? » diye soruyorum. Salata, soğan demetini sallaya sallaya, yüzüme doğru savura savura: ― «Apaçık söyledim ya işte! Memleketimde gördüğüm kadınların hepsi ya çirkin-zeki… ya da güzel-aptal çıktılar, » diye öfkeyle bağırıyor suratıma. ― «Yani… Beni hem çirkin bulmuyor, hem de zeki buluyorsunuz, öyle mi? » ― «Öyle ya… Söyledik ya!.. » diyerek gene paylar gibi bir hal takınıyor. ― «Ama benim zeki olduğumu nereden anladınız? Daha üç-beş lakırdı bile etmedik sizinle. » ― «Anlarım ben! Hem İsmail Galip’ten hikâyenizi dinledim. İnsanın Gözünün içine baktım mı, zeki mi, aptal mı hemen anlarım. » ― «Ne mutlu size! Bende bulduğunuzu söylediğiniz o zekâya rağmen, insanların ne mal olduklarını öyle yüzlerine bakar bakmaz anlamayı hiçbir zaman beceremedim. İltifatınıza teşekkür ederim. Tramvayım geldi. Müsaadenizle…» Ona, nereye gittiğini, gideceğini sormuş değilim, ama ben tramvayın basamağına ayağımı atarken, arkamdan bağırıyor: ― «Ben de şimdi matbaaya, ameleliğe gidiyorum. Amele kardeşlerimin, yoldaşlarımın yanına.» Tuhaf bir genç! Basılan şiir kitaplarının, iki gün içinde kapışıldığını, üçüncü ,dördüncü baskılara ulaştığını duyduğum bir genç!
Sayfa 357 - Hürriyet yayınları, 1. baskı, Kasım 1971Kitabı okudu
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.