Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Tam olarak bu.
Kendini bırakma durumuna geçmek zordur, çünkü bu hep tembellik olarak lanetlenmiştir. Çalışma tutkunu bir toplumda kabul edilebilir bir durum değildir. O zaman delicesine para peşinde olmayacaksın; devamlı çalışmayacaksın; sadece basit ihtiyaçlarını karşılayacak kadar çalışacaksın. Ama ruhsal ihtiyaçlar da var! Çalışmak, gereksinimleri karşılayacak parayı kazanabilmek için zorunludur. Kendini bırakmak ise spiritüel ihtiyaçlar için gereklidir. Ama insanlığın çoğu her türlü ruhsal gelişimden tamamen mahrum bırakılmıştır. Kendini bırakmak, en güzel durumlardan biridir. Sadece var olursun, hiçbir şey yapmadan, sessizce oturarak ve çimler kendiliğinden uzar. Sen kuşların şakımasının, ağaçların yeşilliğinin, çiçeklerin bin bir renginin keyfini çıkarırsın. Varoluşu yaşamanın dışında bir şey yapman gerekmez; eylemi kesmelisin. Tamamen boş, gerilimsiz, endişesiz bir durumda olmalısın. Bu sükunet halinde bizleri saran müzik ile belli bir uyuma girersin. Aniden güneşin güzelliğinin farkına varırsın. Günbatımının veya gündoğumunun hiç tadını almamış milyonlarca insan var. Bunu karşılayacak durumları yok. Devamlı çalışıp üretiyorlar; kendileri için değil, ama üstü kapalı çıkar odakları için: güç sahibi olan ve insanları manipüle edebilen kişiler için. Doğal olarak sana çalışmanın harika bir şey olduğu öğretiliyor, bu onların işine geliyor. Ve bu şartlanma öylesine içine işlemiş ki niye rahatlayamadığını anlamıyorsun bile. Tatilde bile insanlar bir şeyler yapmaya devam ederler. Tatilin keyfini çıkaramazlar, kumsalda gevşeyip de denizin ve deniz havasının keyfine varamazlar. Hayır, illa ki saçma sapan işler yapmak zorundadırlar. Hiç işleri olmasa bile mesela buzdolabını sökerler – tıkır tıkır çalışıyor olsa bile – veya eski bir saati parçalarlar, halbuki o yüzyıllardır çalışıyordur; onu nedense düzeltmek peşindedirler. Ama temelde sessizce oturamazlar; sorun budur. Bir şeyler yapmak zorundadırlar; bir yere gitmeleri lazımdır. Her tatilde insanlar sağlık merkezlerine, sahillere koşarlar, ama dinlenmek için değil, dinlenmeye vakitleri yoktur, çünkü milyonlarca insan oralara gidiyordur. Tatiller evde oturmak için ideal zamanlardır, çünkü bütün ülke kıyılara doluşur. Arka arkaya, arabalar yola dizilirler...ve kumsala vardıklarında etraf insan doludur; yatacak ufacık bir yer bilebulamazlar. Ben böyle sahillerin resimlerini gördüm. Deniz bile bu insanların aptallığına gülüyor olmalı. Birkaç dakika için yatarlar ve sonra kola ve dondurma isterler. Portatif radyolarını yanlarında getirmişlerdir ve herkes bir şekilde müzik dinler. Ve sonra vakit dolar ve herkes evine geri koşturur. Tatillerde her zamankinden daha çok trafik kazası oluyor: daha çok insan ölüyor, daha çok otomobil çarpışıyor. Bu çok garip! Ve kalan beş günde – çalışma günleri – insanlar ümitle, heyecanla tatilin gelmesini bekliyorlar. Haftasonunun o iki gününde ofislerinin ve fabrikalarının yeniden açılmasını bekliyorlar. İnsanlar rahatlama sanatını unuttular. Bu onlara unutturuldu. Her çocuk içsel bir kapasite ile doğar; çocuğa nasıl rahatlayacağını öğretmen gerekmez. Bir çocuğu izle,rahatlamıştır, kendini bırakmış durumdadır. Ama sen onun bu halini sürdürmesine izin vermezsin. Yakında onu medenileştireceksindir. Her çocuk ilkel ve gayri-medenidir ve ana babalar, öğretmenler ve diğer herkes medenileştirmek adına onların peşindedir, ki topluma kazandırılsınlar. Toplumun tamamen çıldırmış olmasına kimse aldırış etmez. Çocuk kendi haline bırakılsa ve topluma, sözde medeniyete katılmasa daha iyi olacak aslında. Ama tüm iyi niyetleri ile ana babalar çocuğu rahat bırakmazlar. Ona çalışmayı, üretkenliği, rekabeti öğretmek zorundalar. Ona şunu öğretmeliler: "En tepede olmazsan yüzümüzü kara çıkarırsın." O yüzden herkes yukarıya doğru koşuyor. Nasıl rahatlayacaksın ki?Hindistan'da ilk demiryolu inşaatı sırasında olanlar hakkında bir hikaye duymuştum: İnşaatın başındaki İngiliz mühendis, her gün gelip bir ağacın gölgesine kurulan ve işçilerle mühendislerin çalışmalarını izleyen köylü genç bir Hintliye şaşkınlıkla bakıyordu. Mühendisin ilgisini çekmişti: her gün bu garip adam geliyordu. Yanında yemeğini getiriyor, öğlen yemeğini yedikten sonra dinleniyor, sonra bütün öğleden sonrayı ağacın gölgesinde uyuyarak geçiriyordu. Sonunda mühendis dayanamadı ve köylüye sordu: "Neden çalışmıyorsun? Nasılsa her gün buraya geliyorsun ve yatıp seyrederek vaktini harcıyorsun." Köylü sordu, "Çalışmak mı? Ama ne için?" Mühendis, "Para için!" dedi. Köylü sordu, "İyi de ben parayı ne yapacağım?"Mühendis, "Aptal adam," dedi, "parayla neler yapılabileceğini bilmiyor musun? Paran varsa rahatlayıp keyfine bakabilirsin!" Fakir köylü cevap verdi: "Bu çok tuhaf, çünkü ben zaten rahatım ve keyfime bakıyorum! Bu çok dolambaçlı bir yol: çok çalış, para kazan ve sonra da keyfine bak. Ben bunu zaten yapıyorum!"
Kendini Bırakma DurumuKitabı okudu
·
19 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.