Günlerden bir gün domuz aslanla tartışmış ve onu dövüşe davet etmiş. Eve dönerken yolda aklı başına gelmiş ve korkudan tir tir titremeye başlamış. Domuz sürüsü toplanmış, aralarında düşünüp tartıştıktan sonra şu karara varmışlar:
“Dinle, şurada, yakınımızda bir çukur vardır. İçinde bir güzel debelen dur ve sonra aslanın karşısına çık, ne olacağını göreceksin!”
Domuz denileni yapmış. Aslan domuza yaklaşmış, şöyle bir kokladıktan sonra çekip gitmiş. Aslanın korktuğunu, dövüş alanından kaçtığını etrafına yayan domuz uzun zaman böbürlenip durmuş.
Bir masal işte. Kuşkusuz bizde aslan yok, iklimin elverişsizliği bir yana, oldukça da cüsseli bir hayvan. Her insanın olması gerektiği kadar namuslu bir adamı aslanın yerine koyun, aynı ahlak dersi çıkacaktır.
Aslında bizde herkes “Gerçekte budala olan ben değil miyim?” sorusunu kendisine hiç yöneltmeden ve hiç mi hiç kafa yormadan, başkasının budalalığından kuşkulanır.
Kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdesin.
Su olsan kimse içmez,
Yol olsan kimse geçmez,
Elin adamı ne anlar senden?
Çıkarsın bir dağ başına,
Bir ağaç bulursun Tellersin
pullarsın Gelin eylersin.
Bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün,
bir de bulutları görürsün.
Köpürmüş gelen bulutları.
Başka ne gelir elden?
Çın çın ötüyor yüreğimin kökünde
şu dünyanın ıssızlığı.
Tanrı kimsenin başına vermesin
böyle bir yalnızlığı!
“Hayatın anlamsız olduğunu anlayacak kadar akıllı bir tek ben ile Schopenhauer mu var?”
İnsanoğlu var olduğu ilk günden beri hayata bir anlam yükledi ve sürdükleri yaşam onlardan bana intikal etti. içimde ve etrafımda olan her şey, cismani olan ya da olmayan her şey, onların hayat bilgisinin birer meyvesi. Benim tam da hayatı değerlendirmede ve
YURDUM BENİM ŞAHDAMARIM
Engereğin dişlerine işledim,
Ağu dişlerine
Oluklu, çentik...
Ve vurgun,
Gözleri bir çift cehennem
Burnuna kan tütmüş
Pars bıyığına...