Bir insan anıları, yaşanmışlıkları olmadan sadece fiziksel varlığıyla ne kadar var olabilir?
Bir gün uyandınız ve kim olduğunuzu, nerede olduğunuzu bilmiyorsunuz. Bir trafik kazası sonucu yaralandığınızı ve evinizde olduğunuzu söyleyen bir eşiniz var. İşte Harun’un hikayesi de böyle başlıyor. Harun ‘ona anlatılan kimliği’ ile ‘bilmediği asıl kimliği’ arasında bocalıyor. Tutunacak bir anısı, ailesine ve akrabalarına en ufak bir yakınlık hissi yok. Kendini ve çevresini keşfetme sürecinde yavaş yavaş gerçekle düş karışmaya başlıyor. Gerçek Harun’u bilmeyen okuyucu için düş ile gerçeğin birbirine girmesi kolaylaşıyor. Ama aslında dikkatli bir okuyucu iseniz Harun’un düşlerini ayırt etmeyi öğreniyorsunuz. Bu sefer merakınız ‘gerçek ne?’ oluyor. Ansızın gelen bir karakter ile Harun için biçtiğiniz tüm gerçeklik tepe taklak oluyor. Çıkışı olmayan bu labirentten Harun nasıl çıkacaktır?
Bazı okuyucular için asıl soru ‘Harun bu labirentten nasıl çıkacak?’ olabilir. Ama benim için zaten bu çıkış baştan belliydi. Asıl soru şu olmalı bence.
‘Bu labirentin, bu sonu olmayan yolun gerçekliği nedir?’
Hayal ile düşü, depresif ruh halini, dalgalanıp duran gerçekleri okumak hoşunuza gidiyor ise Boş Zaman’ı okuma vaktiniz gelmiş demektir. Benim okuduğum ilk Hakan Bıçakçı kitabıydı. Ve ben yazarı çok sevdim