Sufi yazarlar arasında Muhyiddin ibn Arabî,
Ahmed ibn el-Arif, Sühreverdî (Hâlepli), Cüneyd
ve Ebul Haşan eş-Şazilî gibi bazıları son derece
entellektüel bir tavır gösterirler, ilahî Gerçekliği
her cesit bilginin tümel aslı gibi düşünürler. Hallac-ı Mansur ve Mevlana Celaleddin
Rumî gibi diğer bazıları da aşkın dilini kullanırlar.
Onlara göre ilahi gerçeklik her şeyden
önce, zevkin sınırsız konusudur (objet) Ama tavır
almadaki çeşitlilik, bazılarının sandığı gibi, tasavvuf
okulları arasında herhangi bir anlaşmazlığa
yol açmış değildir. Böyle sananlara göre,
akılcı bir dil kullanan sufiler, örneğin Yeni Eflatunculuk
gibi İslam'a yabancı doktrinlerin etkisinde
kalabilirlermiş ve ancak, heyecansal (emotiv)
bir tavrın temsilcileri Tevhidci bir görüşten
kaynaklanan gerçek tasavvufun sözcüleri olabilirmiş.
Aslında burada sözkonusu olan çeşitlilik,
doğuştan gelen eğilimlerin çeşitliliğine tekabül
etmektedir. Yaratılışın bu gereği, doğal olarak beşer
dehasına eklenmekte ve gerçek tasavvuf çerçevesinde
kendi yerini almaktadır. Akılcı tavır
ile duygusal tavır arasındaki fark, bu alanda göı-
ülebilecek farkların en önemli ve genel olanıdır,
o kadar.