Gerçekten de, kim hakkında, ne hakkında, “Bunu biliyorum!”
diyebilirim? İçimdeki bu yüreği duyabiliyorum, varolduğu yargısına
varıyorum. Bu dünyaya dokunabiliyorum, onun da varolduğu yargısına
varıyorum. Bütün bilgim burada duruyor, gerisi kurmaca. Çünkü
varlığından emin olduğum bu ben’i kavramaya çalıştım mı, onu
tanımlamaya, özetlemeye çalıştım mı parmaklarım arasından akıp giden
bir su oluveriyor. Bürünebildiği bütün yüzleri bir bir çizebilirim, ona
bütün verilenleri, bu eğitimi, bu kökü, bu ateşliliği ya da bu susmaları, bu
büyüklüğü ya da düşüklüğü de bir bir çizebilirim. Ama yüzlerin toplamı
yapılmaz. Benim olan bu yürek bile hep tanımlanmaz kalacak benim için.
Varoluşum hakkında vardığım bu kesinlikle, bu güvene vermeye
çalıştığım öz arasındaki çukur hiçbir zaman dolmayacak. Kendi kendime
yabancı kalacağım hep. Mantıkta olduğu gibi tinbilimde de gerçekler
vardır, ama gerçek yoktur. Sokrates’in “Kendini tanı” sözünün değeri,
günah çıkarma yerlerimizin “erdemli ol” sözünün değerini aşmaz. Bir
özlemle birlikte, bir bilgisizlik de belirtirler. Büyük konular üzerinde kısır
oyunlardır bunlar. Yaklaştırma oldukları ölçüde geçerlidirler ancak.