SOKAĞIN tam köşesinde, küçük, ahşap bir taburede
oturuyordu. Önündeki sehpada hayatın bütün kahrını buhar eyleyip gökyüzüyle sevişen ince belli çay
bardağındaki kızıl çayından acı bir yudum doldurdu
ağzına. Koluna geçirdiği kahverengi kuka tespihin
imamesi aşağıya doğru sarkmış, bir cami duvarında
asılı duran saatin tokmağı gibi sağa sola sallanıyordu.
İkiye ayırdığı günlük gazetenin sayfalarını çevirdi, ara
sıra toparlanan sayfaları sehpanın üzerinde zapt etmeye çalışarak başlıklara göz gezdiriyordu. Sonunda
sıkıldı iç karartan haber başlıklarından, toparlayıp
gazeteyi yan tarafında duran taburenin üzerine bıraktı. Sağ elini yarıya indirdiği çayına doğru uzattı ve
bir an öylece kaldı. Siyah gözlüklerinin ardındaki
gözleri bir noktaya kenetlenmişti. Birkaç metre ilerisinde duran çöp konteynırının yanında küçük bir kız
çocuğu duruyordu. Sol elinin küçük parmakları ile
sıkıca kavradığı iri çuvalın rengi kirden siyaha dönmüştü. Küçük kız sağ elini çöplerin içine doğru uzattı.
Alper dikkatle onu izliyordu, çayını unutmuştu. Genç
kız bir an elini çöpten geri çıkardı. Elinde kırmızı,
yuvarlak bir şey vardı. Küçük kız elindeki nesneyi
siyah kazağının önüne doğru indirip kazağına sildi.
Bu sırada tedirgin bakışlar fırlattı etrafına...