Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ülke dışımda, şehir içimde.
-Günaydın. -Günaydın Ahmet. -Aymamış, niye yalan söylüyorsun... Gözlerimin etrafındaki sarı halkalar gece mor'a dönüşmüş sanırım. Her gün sabahın köründe buraya gelmekten bıktım. Bugün bari hava iyi olsun diye umarak incecik bir ceketle çıkıyorum, yine it gibi titriyorum. Sonbahar güzelde bu şehre İlkbahar gelmiyor. Nisan 13, hava 8 derece, Gölbaşı'nda hissedilen sıcaklık 3, ayaz var ayaz. Yolda simit kemirmek değil, kahvaltı yapmak istiyorum. Beni duymuş gibi çay hazır gel diyor, Ahmet. Öküzler ne biçim içmişler yine leş gibi kokuyor. Bizim gruptakiler müşterilerden daha ayyaş. Sahne adları da bir garip: "Göç Band" Bizim bu dünyada bir yerimiz olmadı diyorlar, kuytu gövdemizi saymazsak eğer... Güzel müzik yapıyorlar aslında, etnikmiş galiba, halkların müziği de diyebilirsin diyorlar. Bir -Alamanya geri var gardaşımı- bir -Edo ino e kosmos- her dört dakikada bir başka hikaye... Cemal Süreya Parkı'nın o küçük bahçesinde konser vereceklermiş haftaya. Zeki çocuklar alimallah, yer çok kozmopolit, Adalet Bakanlığı'ndan gelenler de olur Ayrancı Pazarı'ndan da... Ahmet yorulduğunda dinlen otur diyor ama ne mümkün masalar leş gibi. Aşçımız geldi o sırada, Şeyma abla. Döve döve yapıyor yemekleri, hepsinde inceden acı biber tadı var sanki. Civar kafeler ve restoranlarda yapılan sebzeli krep, etli meksika falan yok bizde. Salaş mekân diyebiliriz. Gerçi Tunalı'da Kavaklıdere'de daha çoktur o tarz mekânlar da Ayrancı'da küçümsenemez. Tost, gözleme, hamburger gibi pratik yiyecekler ve çay' la ikram edilen bir kaç çeşit kek, kurabiye; içki için de ufak kızartma sepetleri, renkli bir kaç masa, köşede sade bir sahnesi olan küçük samimi bir yer burası. Amaaan, nereden bakarsan şehir işte... Gün nasıl bitti anlamıyorum yine, ölesiye yorgunluk... Merdivenden bağırışlar gelmeye başladı, yavaş yavaş geliyorlar. Solistleri hastaymış da haftaya ne kalmış onun telaşına düşmüşler, herkes gergin. Neyse birlikte üç beş türkü söylediler, zaten bu gece kalabalık yoktu, idare ettiler. Bundan gerisinden banane değil mi saat 11 olmuş, yolum uzun anca giderim çıkıyım mı diyorum patrona, ordan Ahmet'le Şeyma ablaya da selam verip yürüyorum kapıya... Ben elimi atmadan sertçe itiliyor kapı, düşüyorum, Zülal diye bağırdığını duyuyorum Ahmet'in... Hepimiz ağzımız bantlı, ellerimiz bağlı, yerdeyiz. Dört kişiler, dört tane izbandut gibi herif. Ahmet gözümün ta içine bakıyor -korkma ben buradayım- diyor. Bir insan ancak bu kadar sesli konuşabilir içinden... Biz durumu anlayana kadar patron sizlere ömür. Adamın konuşması domuz hırlaması gibi geliyor kulağıma, düzensiz bir kaç kelime duyuyorum sadece -kaçak, suçlu, öleceksiniz- Lilya bulgar göçmeni olan solistimiz bir tek o yok bugün. Şanslı Lily. Şanslı mı gerçekten? En önde durmuş, gözleri kocaman açılmış, olmayanı arıyor evet Lilya'yı. Boynunda siyah bir atkı, gözlerinde acı aşk, elinde silah. Yıllar önce olduğu gibi. Lilya'nın anlattıkları çınlıyor kulağımda... "Çok sevdim Zülal, ama hep korktum, hiç rahat nefes almadım. Sürekli sıkışan kalbim sonunda güzel Sofya'nı bırak ki onu unutabilesin dedi bana. Şimdi burayı sevmeye gösterdiğim gayreti anlıyorsun değil mi. Bana da başkent olur Ankara dedim, oldu da. Yıllar evvel göç'e zorlanan halkım gibi zorladılar kalbimi. Ama Selim var şimdi bütün güzel düşlerim ona akıyor." Işıldayan ela gözlerini düşününce ayılıyorum. Rüya değilmiş. İçerisi iyice soğudu, üşüyorum. Nazım'ın 'yaşamaya dair' oyunu canlandı zihnimde, özgürlük türküleri söylüyoruz hep beraber... Selimle göz göze geldik. Duyuyorum onu, başlıyor içinden söylemeye: "Oy gelin gelin sevdalı gelin" İki el ateş ardından devam ediyor türkü "öldürdün beni..."
··
30 görüntüleme
Erhan okurunun profil resmi
Elinize sağlık, hazin bir Ankara hikayesi, güzel olmuş, teşekkürler katkınız için
Dilek okurunun profil resmi
Ben teşekkür ederim. Ankara hazindir, gridir falan ama çook samimidir. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.