Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

464 syf.
·
Puan vermedi
·
12 günde okudu
Gringonun birine muz yedirdik diye şu başımıza açtığımız işlere bakın...!
Kitap bitince insan, "ben bu kitabı okumak için neden bu kadar bekledim" diye hayıflanıyor. Márquez, bu romanı 1966 da yazdı, ilk defa Sander Yayınları tarafından 1974 yılında Türkçe'ye çevrildi ve 1982 de Nobel Edebiyat Ödülünü aldı yani bu tarihte bütün dünya romanı tanıdı ama ben 2019 da okudum, ne büyük ayıp! Kitap 1982 yılında Nobel ödülünü alarak bütün dünyada yayıldı ama asıl patlamayı 2014 yılından sonra yaşadı. Evet, bu tarih Márquez'in öldüğü tarihtir. Sanatçıların yada edebiyatçıların öldükten sonra kıymetlenmesi alışıldık bir durumdur ama Márquez ölmeden biraz önce bir mektup yazdı ki mektubu bütün dünyada yaşamın anlamını sorgulattı. Açıkçası bende bu mektupla Márquez'i tanıdım. Márquez, Büyülü Gerçeklik yada Fantastik Gerçeklik olarak bilinen sanat akımının en önemli temsilcilerindendir. Zaten bu eserini de bu tarzla yazmıştır. Yazar roman boyunca okuyucuyu meraklandırarak dikkatini toplama derdine hiç girmemiştir hatta çoğu zaman bir olayın önce sonucunu açıklar sonra da olayın yaşanmasında etkili olan süreci anlatır. Márquez bu romanı babaannesinden dinlediği hikayelerden aynı zamanda babaannesinin anlatım tarzından da etkilenerek yazmıştır. Márquez, kitabın arkasında kitabın kısa hikayesini şu şekilde yazar: “Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazmaya başladığımda, çocukluğumda beni etkilemiş olan her şeyi edebiyat aracılığıyla aktarabileceğim bir yol bulmak istiyordum. Çok kasvetli kocaman bir evde, toprak yiyen bir kız kardeş, geleceği sezen bir büyükanne ve mutlulukla çılgınlık arasında ayrım gözetmeyen, adları bir örnek bir yığın hısım akraba arasında geçen çocukluk günlerimi sanatsal bir dille ardımda bırakmaktı amacım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı iki yıldan daha kısa bir sürede yazdım, ama yazı makinemin başına oturmadan önce bu kitap hakkında düşünmek on beş, on altı yılımı aldı. Büyükannem, en acımasız şeyleri, kılını bile kıpırdatmadan, sanki yalnızca gördüğü olağan şeylermiş gibi anlatırdı bana. Anlattığı öyküleri bu kadar değerli kılan şeyin, onun duygusuz tavrı ve imgelerindeki zenginlik olduğunu kavradım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı büyükannemin işte bu yöntemini kullanarak yazdım. Bu romanı dikkat ve keyifle okuyan, hiç şaşırmayan sıradan insanlar tanıdım. Şaşırmadılar, çünkü ben onlara hayatlarında yeni olan bir şey anlatmamıştım, kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamazsınız.” Kitapta Buendia ailesi tarafından kurulan Mocando'nun kuruluşu ve gelişimi anlatılır. Macondo, José Arcadio Buendia ve karısı Ursula Iguaran tarafından kurulmuş fakat daha sonra Mocando'nun gelişimi Buendiaların kontrolünden çıkmıştır. Aslında Buendiaların hikayesi bir Devlet'in kurulup büyüyüp yıkılmasına benziyor. Sanki Márquez bize sadece bu ailenin tarihini değil de daha geniş bir tarihsel gerçekliği anlatıyormuş gibi. (mesela Amerîka kıtasının tarihini: Macondo'ya gelen tren Pizzaro'un Cajamarca'ya gelişini sembolize ediyor olabilir) Romanda genel olarak döngüsel tarih alinlayışı hakimdir erkek çocuklarına ya Arcadio yada Aureliano isimleri verildi. Bütün Arcadiolar güçlü ve yılmaz, bütün Aulelianolar ise gözlemci ve önseziliydiler. Romanda karakter sayısı çok fazla olduğundan bütün karakterleri incelemek çok kolay olmayabilir ama romandaki en güçlü karakter sorulursa bu Ursula'dan başkası değildir. Romandaki Ursula karakteri Maksim Gorki'nin Ana adlı kitabındaki "Ana" karakteri kadar güçlü bir kadın ve Márquez bu karakteri Babaannesiyle özdeşleştirmiş olabilir. Devlet olgusu egemnlikte boşluk tanımadığı için Macondo'nun devlet kontrolünde olmayışı tehlikeli olabilir kaygısıyla, Mocandoya bir yönetici ve birkaç asker gönderilmişti ve bunlar Arcadio Buendia tarafından etkisiz kılınmış ama kasabadan da çıkarılmamışlardı. Derken Mocando adeta bir Devlet'in tarihsel gelişimi gibi büyüdü ve bir noktadan sonra dışarıdan göçler almaya başladı. Fabrikalar kuruldu, demiryolu döşendi, grevler oldu, siyasi ve askeri mücadeleler başladı ve nihayetinde katliamlar yaşandı. Birgün devletle anlaşan sermaye güçleri grev yapan 3 binden fazla işçiyi anlaşma vaadiyle tren istasyonuna çağırır ve hepsini orda öldürüp vagonlara yükleyerek denize dökerler. Ama aradan biraz zaman geçtikten sonra anlatılan ve ders kitaplarında çocuklara öğretilen resmi tarihte tren garı katliamı diye birşey geçmemektedir ve adeta bu olay hiç yaşanmamış gibi hafızalardan silinmiştir. Bu olayda Márquez devletler tarafından günün koşullarına uygun olarak yaratılan resmi tarih anlayışını çok iyi bir şekilde eleştirir. Romanda doğayla mücadele de (yada doğanın insanla mücadelesi) dikkat çekici bir düzeydedir. Muz şirketlerinin kapanmasına neden olan ve yıllarca süren yağmurlar, Buendiaların evini sürekli olarak zaptetmeye çalışan hamam böcekleri, karıncalar ve bitkiler gibi... Günün sonunda devlet "baba" Albay Aureliano Buendia'nın 17 oğlunu da bir gecede öldürüyor. Bundan sonra Albay, Ursula, Amaranta ve ailenin geriye kalan bütün fertleri de ölüyor. Ursula'nın bütün yaşamı boyunca soyun devam etmesi için verdiği mücadele, Ursula öldükten sonra başarısızlığa uğruyor. Ursula'nın inandığı kehanete göre Buendiaların akrabalar arası evliliği uğursuzluk getirir, bu evlilikten doğan çocuklar kuyruklu doğar ve bu da büyük felaketlerin habercisidir. Buendia ailesi içinde ensest ilişkiler ezelden beri yaşamakla beraber son kuşakta yaşanan ensest ilişkiden doğan çocuğun bir kuyruğu vardı ve ne yazık ki Ursula'nın kehaneti de gerçekleşti Buendiaların soyu tükendi. Velhasıl sözün özü "o ermeniyi dövdürmeyecektik" olayına dönüyor. Buendilar da o ilk gelen devlet adamını da Gringoları da köye almayacaklardı. Duygusu olmayanla düşmanlık dahi yapılmaz. Albay Aureliano Buendia da "Gringonun birine muz yedirdik diye şu başımıza açtığımız işlere bakın" diye yakınır.
Yüzyıllık Yalnızlık
Yüzyıllık YalnızlıkGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 202036,2bin okunma
··
28 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.