Gelelim, kâinat yapısına.
-Bu kâinat yapısında, karşımıza en büyük tecelli olarak «zaman» çıkıyor. Zaman!.. Ne müthiş bir şey; Allah'ın azametine ne müthiş delil... Bir ağ gibi, Allah zamanı üzerimize atmış... Her şeyin üstünde zaman, herşeyin!.. Meselâ, îbn-i Sina ışığı zamanın dışında farzederdi. Halbuki bugün ispat edilmiş bulunuyor ki, ışık bir saniye-. de 300 bin kilometre hızla akıyor. O da zamani... Zamanın dışında hiçbir şey yok; birşey var içimizde zamanın dışına
tırmanmak isteyen... Zamana sığamayan birşey var insanda, o da ruh! Çünkü o zamansızlık âleminin hatıralarını taşıyor. Fakat, biz farkında değiliz.
Zamanı tasavvuf şöyle izah eder: Varlıkla yokluk arası bir raks, bir ahenk... Bir varlık, bir yokluk... Bir varlık, bir yokluk; birbirini takip eder.
12 «Vahdet-i vücud», dedikleri bilmecenin kapısı... Vücud varlık birliğine medhâl, giriş... Bir varı, bir yok takibeder. Dşte ben bu cümleyi söy-leyinceye kadar kimbilir, kaç kere var oldum. Ama bir
sinema şeridi gibi zamanın nakşettiği hâdiseler o türlü akar ki, biz her şeyde bir devam görürüz. Bir devam gördüğümüzü sanırız.
Bütün mesele zamanın hakkını vermekten ibaret. Zaman bir imtihandır. Zamanı idrâk... Mü-cerred dâva... Mücerredleri bilhassa dile getiriyorum, çünkü biraz sonra müşahhaslara yani, apaçık, elle tutulur hadiselere geçeceğiz.