Masanın üzerinde bir alet. Manyetoya benziyor.
Kollu. Manyetodan çıkıp duvardaki prize giden bir
kablo. Bir kablo da kutudan çıkıp bana geliyor. Kordonun yanımda duran iki ucu da sıyrılıp hazırlanmış. Uçlardan birini ayağımın küçük parmağına, öbürünü de kamışıma sarıyorlar. Öbür uzaktaki ucu prize soktuklarını görüyorum. Yerde de çarmıha benzer tahta bir alet var. Çivilenmiş üç santim kadar eninde deri kemerler var üzerinde. Odada ayrıca falaka ve cop da var. Sopalar, zincirler falan.
--Soyun!--
Soyunmayınca üzerine yüklenip zorla soyuyorlar. Yere, çarmıhın üzerine yatırıp deri kemerlerle kollarından bacaklarından sıkıca bağlıyorlar. Kolları bilekten ve dirsekten, ayakları da bileklerden bağlıyorlar. Kıpırdaman olanaksız. Tekmeler iniyor. İki uçlu kabloyu da getirip sarıyorlar; birini kamışına, birini ayak parmağına: Biri manyetonun kolunu çeviriyor.
İki kere falan çeviriyor. --Tırtt-- diye bir ses. Uçların bağlı olduğu yerlerinde titreşimler halinde
bir gerilim. Anlatılmaz bir acı. Manyetoyu çevirdikçe ibre yükseliyor, görüyorsun;
voltaj artıyor.
--Konuş. Bu daha hiçbir şey değil. En hafifi bu.
Yoksa seni hadım ederiz.--
İşkenceden sonra tam on beş gün, hem kan geldi
kamışımdan, hem de müthiş bir yanma oldu dışarı çıkarken.
Manyetoyu çevirdiklerinde, akım verdiklerinde,
kamış çok küçülüyor, mosmor oluyor.
Akımı yükseltiyorlar.
Dayanılır gibi değil. Gerilip kaskatı oluyorsun.
Oraların kopacak gibi oluyor. Bütün beden kasılıyor.
Ter içindesin. Ve tekmeler. Davranıp kalkmak istiyorsun.
Ama nasıl kalkacaksın, Kıskıvrak bağlısın.
Tekmeler iniyor.
Elektrik akımıyla bütün bedenin kasılınca, altındaki
tahta çarmıh sırtını alabildiğine acıtıyor.
Akımı daha da artırıyorlar. Bir ara dayanamadım,
--Durun,-- dedim.
Durdular.
Başka bir alet getirdiler. Metal bir kutu. Ondan
da iki tel çıkıyor. Manyetodan çıkan iki kordon gibi.
Tıpkı. O iki teli de aynı yerlerime bağladılar. Işığı
söndürdüler. --Konuşacağın zaman bağır, geliriz,-- dediler.
Çıkıp gittiler.
Karanlık kötü. Aydınlıkta yine de uğraşacak birşeyler
buluyorsun.
Bir ara iki kadın polis kapıda durup alay ettiler
benimle:
--Ay, bu muymuş kahraman?-- dediler.
Sustum.
Đçeride başka biri var mıydı, bilmiyorum. Karanlıktı.
Bu yeni aletin titreşimi, manyetodan daha çok.
Manyetodan daha titreşimli. --Zızzz-- diye bir ses çıkarıyor.
Mil sokuyorlarmış gibi bir acıyı yaşıyorsun kamışında.
Yürek atışları anormal: --Plöp! Plöp!-- diye
çırpınan yüreğinin sesini duyuyorsun.
Bayılma durumuna geçerken, 'Ölüyorum' diye
düşündüm.
Aradan ne kadar geçti, bilmiyorum. Ayıldım.
Odanın ışığı yanıktı. Başımda insanlar. Đğne falan
yapılmış; haberim yok.
Bu kadar çok vermeyin,-- falan gibi sözler.
Kendime gelince kalktım.
--Göstereceğim,-- dedim.
Birlikte arabayla 15-20 ev dolaştık. Arkam
sürü polis. Babayiğit ekip arkamda.
Oyaladığımı anladılar,
--Dönünce gösteririz,-- dediler.
Döndüğümde savcı gelmişti. Kurtuldum sandım.
Yanılmışım.
Yine başladılar. Hem de ilk aletle, manyetoyla
başladılar. 60 volta kadar çıktılar. Çok uzun sürüyor.
Alıştım. Müthiş bir ter, anlatılmaz bir susayış.
Akım altmış volta çıkınca tel uçlarına su döküyorlar.
Suyun yayıldığı yerde, sancı dayanılmaz oluyor,
oradaki bütün kıllar dikilip ayağa kalkıyor. Suyun
yayıldığı yere akım da yayılıyor.
Baktılar durum kötü. Akımı kestiler.
Büyük bir şişe getirdiler. İçinde sidik gibi bir şey
var. Ucu keçeli bir sopayı o suya batırıp ayağımın altına
değdirdiler. Sanki kızgın demir sürüyorlar. Sonradan
ayağımın alt derileri soyuldu, bir iki gün sonra.
Ne olduğunu anlayamadım.