“Korkunç ellerinle bastırıp yaranı
dudaklarını kanatarak
dayanılmakta ağrıya.
Şimdi çıplak ve merhametsiz
bir çığlık oldu ümid...
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp koparılacaktır...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
Düşman haşin
zalim
ve kurnaz.
Ölüyor çarpışarak insanlarımız
- halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı -
ölüyor insanlarımız
- ne kadar çok -
sanki şarkılar ve bayraklarla
bir bayram günü nümayişe çıktılar
öyle genç
ve fütursuz...
Günler ağır.
Günler ölüm haberleriyle geliyor.
En güzel dünyaları
yaktık ellerimizle
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı:
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp
gözyaşlarımız gittiler
ve bundan dolayı
biz unuttuk bağışlamayı...
Varılacak yere
kan içinde varılacaktır.
Ve zafer
artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar
tırnakla sökülüp
koparılacaktır...”
Yazdığı enfes şiirler ile tanıdığımız Nazım Hikmet’in yazmış olduğu dört romanından bir tanesidir bu kitap. Adı her ne kadar şiir adı gibi görünüyor olsa da , bu kitap bir şiir kitabı değil romandır.
Bu kitapta yaşayan Ahmet ve İsmail karakteri ile aslında biz Nazım Hikmet’in kendi yaşamını okuyoruz. Ahmet’in; sevgili Anuşka’sı ve yoldaşları ile Rusya’da öğrencilik yılları, komünist parti çalışmaları, Bursa’da öğretmenlik zamanları, İzmir’de polislerden kaçıp İsmail’e sığınması, yine aynı şekilde İsmail’in devamlı olarak hapse girmesi, hapis günlerinde uygulanan tecritlere, insanlık dışı konuşturma yöntemlerine rağmen yoldaşlarının adını vermemesini tarihsel olaylar dahilinde okuyacaksınız. Geçmiş ve şimdi arasında gidip gelen anılar bazen Ahmet’in kendi ağzıyla bazen hikayeyi anlatan üçüncü kişinin ağzı ile aktarıldığı için okuyucu başta kafa karışıklığı yaşasa da, kitabın ortalarında okuyucu; bu zamanlar arasında zorlanmadan yolculuk yapabilecektir.
Ve ben yıllarca hep merak etmişim insanlar işkencelere, soğuk hapishane duvarlarına maruz kalacağını, hatta bu uğurda ölebileceğini bile bile neden bu mücadelenin içinde bulunur? Kitabın bir bölümünde geçen cümle sanırım soruma cevap olabilecektir:
“Atlı nereye koşuyor? Çoğu kere ölüme. Ama yaşamak için, daha güzel, daha haklı, daha dolgun, daha derin yaşamak için.”(sayfa:160)
Sovyetleri, Lenin’i, Mustafa Suphi’yi, o dönemlerdeki Türkiye’yi ama en çok Nazım Hikmet’i göreceğiniz otobiyografi niteliğindeki bu kitabı mutlaka okumalısınız.
Herkese iyi okumalar diliyorum...