Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

183 syf.
10/10 puan verdi
·
Beğendi
·
4 günde okudu
İnsanlığın görüp görebileceği en büyük acıya belki de savaştır diyebiliriz. Dünya şu ana dek birçok küçük büyük savaş atlatmış, bu savaşlarda milyonlarca, savaşın ne için yapıldığından bile bihaber olan savaşla ve askerlikle uzaktan yakından alakası olmayan insanlar boş yere can vermiştir. Bu açıdan, dünya üzerinde gerçekleşen büyük savaşlar beni her zaman dehşete düşürmüştür. İnsanların savaşta bilmedikleri bir değeri, başkaları istediği için (ya da başkalarının rahatı için) savunurken sebepsiz yere can vermiş olmaları bana her zaman son derece trajik bir durum olarak gelmiştir. Savaş dünyayı sömürdüğü kadar insanları da o denli sömürmüştür ki, uzun yıllar boyunca insanlık, tıpkı uzun süreli bir hastalığı yeni atlatmış olan birinin huzursuzluğu gibi bu kötü etkiyi üstünden atamamıştır. Bir askerin gözünden bakmaya çalışırsak şayet, dünya devletlerinin birbiriyle sebepsizce çarpıştığı bir savaşta o askerin aklından geçen tek şey hayatta kalma içgüdüsü olacaktır. O sırada kendisine bir grup üst rütbeye sahip insanlar tarafından savaşa gitmeden önce formalite icabı ona aktarılmaya çalışılan, cesurluk, korkusuzluk hikayeleri değildir şüphesiz aklında olan. "Ben cesurum, düşmanlarımı yerle bir edeceğim" gibi şişirilmiş düşünceler bir savaş meydanındaki psikolojik soğukluk ile tamamen hatırlanamaz hale gelir. Zaten o pozisyonda bu gibi düşünceler hatırlansa dahi bunların hepsinin birer saçmalık olduğu bir anlığına anlaşılabilir olacaktır. Birilerini öldürme zorunluluğu, baskısı hisseden bir grup insan, aynı şekilde, başkalarını öldürme zorunluluğu içinde olan başka birilerini öldürmeye çalışıyor, bunun adına da birileri tarafından savaş deniyor. Hayır, bu cesaret ya da korkusuzluk işi değildir, bu vahşettir. Zorunlu tutulmuş bir vahşet. Bu zorunlu tutulmuş vahşetin soğuk bir tasviridir Ademoğlu Neredeydin? Öyle ki, eserde bazı sayfaları çevirirken bile o soğukluğu içinizde hissedebilir, tir tir titreyebilirsiniz. Bu dehşetin tasviri esnasında Böll çok yerinde bir anlatım biçimi kullanmış. İlk bölümde ana karakterimiz Feinhals'ın gözünden savaşa şahit olurken, ikinci ve diğer bazı bölümlerde bir anda başka bir karakterin gözünden görmeye başlıyoruz her şeyi. Mesela bir anda hastanede yatmakta olan, halen daha şok geçiren bir albayın gözünden bakmaya başlarız bir anda, onun çevresinde gerçekleşen şeylere şahit oluruz. Başka bir bölümde de bir karargahın komutanı olan müzik takıntılı bir caninin gözünden de bakarız olaylara. Ama işin en önemli noktası, kendilerinin gözünden görmeye başladığımız karakterlerin hepsinin bir şekilde Feinhals ile bir bağlantısı olması. Mesela hastanede yatmakta olan şok geçiren albayın odasına bir anda Feinhals girer ve biz de diğer bölümde tekrardan daha onun gözünden bakmaya başlarız her şeye. Bu anlatım tekniği benim gerçekten çok hoşuma gitti. Savaş gibi salt olağanüstü geniş bir olguyu birçok perspektiften görebilmek demek daha çok şey anlayabilmek demektir. Yazar da bu şekilde daha da çok şey anlatabilir, sunabilir hale gelir bizlere. Büyük bir olguyu bize birçok perspektiften anlatır ki, biz de bu perspektifleri kendimizce yorumlayıp, değerlendirip sonuçlar çıkaralım. Elbette ki Böll bize fazlasıyla soğuk, dehşet veren sonuçlar çıkarmamıza olanak tanıyor. İnsan genel yapısı itibariyle büyük ve ağır dehşetler altında ezilirken en küçük şey bile ona çok değerli olarak gelir. Bu yüzden zorluk altında hayatta kalmaya çalışan insanlar en ufak şeyden mutlu olabilen insanlardır genellikle. İşte savaş da içine zorunlu olarak dahil olan insanlarda böyle bir etki bırakıyor. Bu etkinin birçok yansımasını eserde de görebiliyoruz. Savaşın umutsuzluğu altında ezilen biri için ufacık bir umut kırıntısı dahi hayat amacı haline gelebiliyor. Mesela savaş ortasında rastgele yıkık bir evden bulunan bir gitar. Ve bunu bir on saniyeliğine çalan bir askeri düşünün. Tüm o büyük umutsuzluk içinde yürümeye, hayatta kalmaya, "ölmemeye" çalışırken o on saniyelik gitarı çalması onu hayallerinin zirvesine dahi çıkarabilir. Bunu bizler savaşın içinde olmadığımız için bilemeyiz belki de o asker kadar, ama insanın umudunun kapasitesinin azaltılması gerçeğini en azından ayırt edebilir ve gözlem yapabiliriz. Bu bağlamda savaşın kendisi de aslında hem insan katilidir hem de umut ve hayal katili. Çünkü insanların hayallerini kısıtlar, okumayı çok seven bir insanın hayattaki en büyük amacı kendine ait şahsi bir kütüphane kurmaksa şayet, bu hayal savaş koşulları altında, savaşın sonuna dek hayatta kalabilme hayaline indirgenir. Bu haksız bir indirgeniştir; hiçbir şey, hiçbir güç insanın hayallerini ve umudunu bu denli keskin bir şekilde indirgememeli. Askerlerin ölünceye dek ya da en iyi ihtimalle esir düşünceye dek bir grup komutanlara "ait olmaları"ndan bahsediliyor. Askeri düzendeki aitlik olgusu da aslında kendince dehşet verici bir unsurdur. Bu şekilde düşündüğümüzde savaşın amacının bile ne olduğundan bihaber olan zavallıların, bir grup komutanlar tarafından sahip çıkıldığı yanılgısı vardır. Askerin kendisi de başka bir çaresi olmadığı için buna boyun eğer. Aslında savaş olgusunun kendisi bile zorunlu boyun eğmelerden ibaret değil midir? Eserde geçen bir kısım da beni içten içe çok sarstı. Feinhals bir karargahta çalışmakta olan bir hemşireye aşık olmuştur. Orada bulunduğu sırada sürekli onun yanına gitmekte, onunla saatlerce sohbet etmektedir. Gitmeden evvel son görüşmelerinde Feinhals kendisine bir tür harita oyunu oynamayı teklif eder. Oyuna başladıklarında Feinhals, Paris'in Almanya'nın merkezine ne kadar yakın olduğunu görüp şaşırır. Çünkü oyunu gerçek haritalar üzerinde oynamaktadırlar. Haritaların üstünde ülkelerin sınırlarından dahi haberleri olamayacak ölçüde saf ve masum insanların savaşta çarpıştırılmaları benim kanımı dondurdu bu kısmı okuduktan sonra. Sanki savaşın kendisi de bir formaliteden ibaret gibiymiş gibi; düşük rütbeli olanlar savaşa götürülüp birbirleriyle çarpıştırılmalı, tüfekler ateşlenmeli, mermiler kullanılmalı, savaş böyle olmalı birilerine göre, değil mi? Feinhals'ın kimi düşünceleri öyle yerinde ki, hani bir cümle okumuşsunuzdur herhangi bir kitapta, o tek cümle sizi o kadar derinden sarsmıştır ki o cümleyi en az birkaç defa daha baştan okursunuz ya, aynı ben de bu etkiyi yaşadım. Feinhals, "ölümü yönetiyordu onlar" diye düşünüyor piyade, er ve komutanlara baktığında. Gerçekten ne kadar da yerinde, sarsıcı bir cümle. Savaşlar ölümlerin yönetildiği geniş arenalardır aslında. Bir grup insanlar ya da imzalar bu ölüm kararlarını tereddüt etmeksizin verirler. Derler ki, şu birlik şuraya gidecek. Oraya gönderilecek birlik artık ölümü göze almıştır, buna zorunda bırakılmıştır; şayet hepsi sağ kurtulacak bile olsa bu onların insanları (askerleri değil, insanları) ölüme göndermesini haklı kılmaz. Yönettiği ölümlerle omuzlarındaki komik sembollerin arttığı bir grup kalpsiz komutanlar. Savaşın ortasında şarap sevdasına düşen, keyfine düşkün yüksek rütbeli askerler. Feinhals bir karargaha vardıklarında yanında ufak tefek bir asker görür. Asker en az kendisi kadar büyük bir bavul taşımaktadır. Feinhals ona yardım etmek için yanına gittiğinde bavulun içinde albayın özel isteği üzerine şarap bulunduğunu, o ufak tefek askerin de bir askeri birlikte kantinci olduğunu öğrenir. O sırada aniden bir çatışma çıkar ve bu kasvetli ortamda bile ufak tefek askerin bu bavulu sürüklemeye çalıştığını görür Feinhals. Tüyler ürpertici. Askeri düzen de aslında tıpkı kapitalist düzendeki gibi zorunlu tutulmuş bir kölelik düzeninden ibarettir, eğer bu açıdan bakacak olursak. Üstteki omzunda birçok değişik sembol, göğsünde çeşit çeşit nişan bulunan insanlar, sırf bunlar yüzünden daha değerli sayılıyor ve çatışmaya bunlara sahip olmayanlar gönderiliyor. Tıpkı en alt tabakanın çalıştıkça daha da aşağıya itilmesi gibi. Ayrıca eserde nişan konusuna da bolca dikkat çekiliyor. O dönemde insanların göğüslerindeki nişana göre değerlendirilmesi, çok nişana sahip olan insanın daha saygıdeğer olması gibi mantıksızlıklar dile getiriliyor. İnsanlık, nedense birtakım sembolleştirmeleri çok seviyor. Bunun eleştirisini Thomas Bernhard da bol bol yapar. Bu rezil çaba, dönem ve şartlar değiştikçe başka bir şekle bürünür. Savaş döneminde bu, nişan ve madalyon olur, modern dönemde ise diploma ve imzalar haline gelir. İnsanın nesneleştirilmesi belki de hiçbir zaman son bulamayacak. Feinhals ölen bir askerin boyunluk rozetini alırken bundan bile "kanlı bir teneke parçası aldı" diye bahsedilmesi bu dikkat çekmelerden yalnızca biri. Bizler böyleyiz; birtakım şeylere, o şeylerin kaldıramayacağı ölçüde anlam yükleriz. Bir savaş nişanına bilmem kaç tane savaş geçirdi anlamını yükleriz ama savaşın asıl dehşetini hiçbir nesne yansıtamaz, bunu göz ardı ederiz, ya da bir üniversite mezunu diploma alır meslek sahibi olduğunda bunu odasına asar ama aslında üniversite boyunca edinilmesi gereken bilimsel bilgi birikimi asla bir belgenin içine sığdırılamaz, o bilgilerin az bir kısmı edinilmiş olsa bile o diploma elde edildikten sonra unutulur. Bu eser hakkında içerik olarak birçok kez fazla bilgi verdim, farkındayım, ama inanın bana bunu eser beni her yönden çok etkilediği için yapıyorum. Son olarak bir kısımdan daha bahsetmek isterim. Üstte örneğini verdiğim müzik takıntılı cani komutan ile ilgili. Filsheit isimli bu komutan sıfatı almış canavar, karargahına yakalanıp gelmiş olan tutsaklara müzikal bir teste tabi tutuyor. Her tutsaktan istediği bir şarkıyı söylemesini istiyor eğer sesini beğenirse, onu kendi şahsi korosuna dahil ediyor. Eğer beğenmezse o tutsağı direkt olarak ölüme yolluyor. Bunu kendisi yapmıyor, çünkü kendisi elini kana bulamayacak kadar temiz yürekli (!) biri. Tutsak olarak bir kadın geliyor odasına. Ondan da yine her zamanki gibi şarkı söylemesini istiyor. Kadın korku içinde ilk başta sesi titreye titreye şarkı söylemeye başlıyor. Şarkının devamında sesinin güzelliği komutanı öyle sarsıyor ki, komutan o güne kadar öylesine güzel bir ses duymadığını daha oracıkta anlıyor. Komutan bir anda huzursuz hissetmeye başlıyor, ayağa kalkıyor, bir anda silahı ile kadına ateş etmeye başlıyor. Kadın yere yığılıyor. Yerde acı içinde kıvranırken, komutan onun başucuna gelip tüm bir şarjörü kadının üzerine boşaltıyor. Savaşın insandan birçok şey alıp götürdüğü doğrudur. İnsandaki güzellik ya da estetik duygusu da bunlardan sadece bir tanesidir belki de. Komutan savaşın kendisini sömürmesine o denli izin vermiştir ki (mühim olan Feinhals gibi buna izin vermemektir) kendisinde güzel diye tanımlanabilecek en ufak bir şeye bile tahammülü kalmamıştır. O denli karanlıkta kalmıştır ki en ufak bir ışıltıya dayanamayacak hale gelmiştir. Kalbi taş kesmiştir başka bir deyişle. O yüzden o kadının güzel sesine dayanamaz ve güzel bir şeyi yok edip, darmadağın etmek ister. Çünkü savaş insanların içine bunu aşılar. Güzel olan bir şeyi yok et. İnsanları öldürmeye, ilkel hevesini bir ateşli mekanizma ile almaya zorlar savaş. Zorunlu bir boyun eğme bir raddeden sonra zevk ile yapılan bir şeye dönüşmeye başlar. İnsanın sırf ırkı yüzünden bir savaşta katledilmesinin haklı çıkarılması caniliktir. Bu cümleyi okuyunca hemen İkinci Dünya Savaşı'ndaki Yahudiler gelmesin aklınıza. Olup olabilecek tüm ırklar buna dahildir. Mesele aslında yalnızca da savaşla da sınırlı kalmıyor bu bağlamda. Mesela İsviçre'de yaşayan nezih ve elit bir insan, Afrika'da o belgesellerde gördüğünüz, neredeyse ölecek kadar zayıf olan siyahi ufak çocuktan hiçbir yönden daha değerli ve daha üstün değildir. Bu yönden de bakmak lazım bana göre. İnsanlık büyük rezillikler, büyük krizler atlattı. Irklara takıntılı hale geldik, cinsiyetlere, cinsel yönelimlere bile. Bir dışlanacak grup bulduk sürekli; azınlık. O azınlığı da biz insanlık, günah keçisi ilan etmekten hiç çekinmedik. Gerek din adı altında farklı cinsel yönelimlere sahip insanları dışlamaya kalktık, gerekse de herhangi bir ırkı hiç yoktan bir sebep yüzünden sevmemeye, ondan nefret etmeye başladık. İnsanlık tarihi bütünüyle bu atlatılan, yaşanan ve yaşanacak olan krizlerden ibarettir, ibaret olacaktır. Peki ya savaş olgusunun krizini atlatabilmek için kaç kere daha yaşamamız gerekiyor bunu?
Ademoğlu Neredeydin?
Ademoğlu Neredeydin?Heinrich Böll · Can Yayınları · 2006328 okunma
··
441 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.