Gönderi

Gerçek hayatta hiç karşılaşamayacağımız veya karşılaşmış olsak da uzun süre etkisinden kurtulamayacağımız olayları televizyondan yüzlerce defa ailece izleriz ve bunlar sanki başka bir dünyaya aitmiş gibi bizde herhangi bir insiyak uyandırmaz. Böylece ekrandan izlediklerimiz ile gerçek hayatlarımız arasında ince bir gergef dokunur. Avını ürkütmeyen, incitmeyen, elde tutan ve biçimleyen bir gergef. Bu süreçte en kolay kanıksanan şey eğlencedir. Hayatın her alanını eğlenceli bir şekilde algılama eğilimlerimizi büyük ölçüde televizyona borçluyuz. Sarsıcı, dehşet verici her olayın dramatik yapımlarda nasıl bir eğlenceye dönüştüğünü hepimiz biliriz. Bu giderek daha fazla ciddiyet isteyen konuların da eğlence formatına dökülmesi şeklinde seyreder. Ses ve görüntü efektleriyle izlediğimiz pek çok trajik olay bile kendisini bu ana akımdan ( mai nstream in g ) kurtaramıyor. Televizyon, masalsı diliyle özünde kahramanlara, idollere, efsanelere (myth) dayalı hikayeler anlatır. Kendine özgü dokunulmazlıklar, sorgulanamazlıklar ve (buna dindışı kutsallık demeyi tercih ediyorum) aşırılıklar (mübalağa, sublimation) üretir. İzleyicinin içinde gezinip durduğu bu alemin sahiciliği şüpheli, doğrulan tartışmalıdır. Ancak derin bir sükunet içinde kabul gören bu olağandışı fragmanları sorgulamak izleyiciden beklenemez. Bu garip sükut giderek kabullere dönüşür ve derin bir toplumsal meşruiyet kazanır.
·
4 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.