Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

344 syf.
7/10 puan verdi
·
Beğendi
Bir Kitap Kurdunun Kaleminden Türkiye Panoraması
Mehmet Beşeri ile ilk irtibatı Facebook üzerinden kurdum. Şifre ve Bizim Ölülerimiz diye bir kitap çıkarmış, ama bu kitap sakıncalı görülerek piyasadan toplatılmış. İletişim kurup kendisinden kitabı istediğimde ricamı kırmadı ve gönderdi. Tabii sadece bana özel değil bu kıyağı. Kitabı, merak edip talep eden herkese gönderiyor. Çünkü kitap piyasada yok, sadece onda var. Ben telefon numarasını alıp iletişim kurdum kendisiyle. Adresimi verdim. Kargo elime geçinde hem sevindim hem de şaşırdım. Çünkü yazar bir o kitabı değil, yayımlanmış diğer kitaplarını da göndermiş bana. Nedense Şifre ve Bizim Ölülerimiz kitabının ön ve arka kapağı yoktu. Yazardan sonradan öğrendim ki bu kitap Togan Yayınevi tarafından mahkeme kararı olmadan, tehlikeli bulunarak piyasadan çekilmiş. Ama kitapçılarda bir müddet satılmış. Beşeri, yayınevinden basılı kitapları isteyince yayınevi göndermiş. Ön ve arka kapaklarını da çıkarttırmış. O yüzden kitabın ön ve arka kapağı yok. Yazar “Padişahım Çok Yaşa” kitabını da Togan Yayınevi’ne bastırmış. Çok satılan, çok okunan kitabı yayınevi az satılıyormuş gibi göstermiş. Yayınevi hakkını yiyince kendi imkânlarıyla bastırmaya karar vermiş. Kitap şu anda 20. baskıya ulaşmış durumda. Mehmet Beşeri, yazarlık yaptığı gibi aynı zamanda kitap alım-satım işiyle de uğraşıyor. Hem yazıyor hem satıyor. Manisa’da Beşeri Kitabevi adını verdiği bir kitabevi işletiyor. Manisa’ya Sard (Sardes) antik kentini gezmeye gittiğimde onun kitabevine de uğramıştım. Ben hem kendisi yakından tanımış hem de çok merak ettiğim kitabevini de görmüş oldum böylelikle. Beşeri mahlasını kullanan Mehmet Dinçarslan’ın devasa bir kitaplığı var. Her yer kitap dolu. Öyle ki kitaplıklarda dahi kitapları koyacak yer kalmamış. Bu yüzden çözüm olarak yerlere dizilmiş kitaplar. Elinizi attığınız her yerde kitap var. Kitaplar o kadar yayılmış ki çarpmamak elde değil. Aynı zamanda karşı dükkan da ona ait. Orası da kitaplarla kaplanmış. Kitaplardan duvarların rengi bile görünmüyor neredeyse. Kütüphaneler dışında bu kadar kitabı bir arada görmemiştim hiç. (Kitap kurtları mutlaka bu kitabevini yolları Manisa’ya düşürse ziyaret etsinler.) Hayatı kitap olan bir yazar Mehmet Beşeri. Kendini kitaplara adamış. Beş vakit kitap okuyor. Kitaplarla yatıp kitaplarla kalkıyor. Herhalde kitaplarla bu kadar içli dışlı olan başka bir yazar yoktur. Bir sohbetimiz esnasında bugüne kadar 20-25 bin civarında kitap okuduğunu öğrenmiştim. Tam bir kitap kurdu diyebiliriz onun için. Hatta “ordinaryüs kitap kurdu” sıfatını bile yakıştırmamız mümkün. Bu yüzden ne kadar dolu bir yazar olduğunu varın da siz düşünün artık. Beşeri “Bir arı ne kadar çok çiçek dolaşırsa o kadar iyi bal yapar.” sözüyle ne kadar çok kitap okursa o kadar nitelikli ve güzel yazılar yazacağına inanıyor. Ayrıca kitap ayrımı yapmadan okuyor. Basılı bütün kitapları gözden geçiriyor. Eline geçen ne varsa okuyor. O kadar okuma meraklısı ki eline küçük bir kâğıt parçası dahi geçse onu da okuyor. Aklıevveller’de şöyle anlatıyor okuma eylemini: “Kendimi bildim bileli okuyup yazıyorum. O kadar çok değişik kitaplar okuyorum ki görseniz hayretler içinde kalırsınız. Şiir, hikâye, roman, anı, tiyatro, deneme, tarih, siyaset, felsefe, ahlak, sosyoloji… Aklınıza ne gelirse.” (s. 300) Beşeri sadece kitap okunmakla yetinmiyor. O, okuduklarını harmanlayarak, kendi süzgecinden geçirerek yazdığı yazılarla da paylaşıyor aynı zamanda. Pasif bir okuma eyleminde bulunmuyor. İnsanları bilgilendirme sorumluluğunu da üstünde taşıyor. Beşeri siyasal olarak “solcu” bir kimliğe sahip. Solculuktan da hiç vazgeçmemiş. Bu uğurda bedeller ödemiş, üç buçuk yıl hapis yatmış. Yaşantısı da zaten öyle lükste, gösterişte, şatafatta gözü olmadığını kanıtlıyor. Yaşantısı ile yazdıkları arasında paralellik var. İşçilerden, işçi haklarından dem vurup da altında son model araba, kaldığı yer rezidans olanlardan değil; kapitalistlere sövüp de “para”nın kölesi olanlardan, paraya tapan solculardan değil. (Evini de kullandığı aracı da görmüş biri olarak anlatıyorum bunları.) Yazdığı gibi yaşıyor. Aklıevveler’de Facebook yazılarını bir araya getirmiş yazar. Noktasıyla virgülüyle hiç oynamadan aynen aktarmış yazdıklarını. Facebook’ta yazmaya devam ediyor Beşeri. Büyük ihtimalle bir sonraki kitabında bu yazdıklarını da sayfalara taşıyacak. Beşeri Facebook’ta paylaştığı yazıları aynen kitaba aktarırken üzerinden bir kez daha geçseydi, bir kez daha okuyup inceleseydi içerik olarak değil de dil bakımından daha derli, daha düzgün bir kitap ortaya çıkardı. Niye mi? Çünkü yazar gereksiz yere bazı kelimelerin tamamını büyük harfle yazmış. Bunu o sözcüklere dikkat çekmek için yapmış olabilir, ancak Türkçemizde böyle bir kullanım yok. İlla dikkat çekilecekse o ifade ya tırnak içine alınır ya da eğik yazılır. İkinci olarak, ayrı yazılması gereken “de/da” bağlaçlarını birçok kişin yaptığı gibi “ta/te” biçiminde yazmış. Sayfa 111’deki “Atatürk’te” ifadesi bu hataya örnektir. Cümledeki anlam “te”nin “de” ve ayrı olarak yazılmasını gerektirmektedir. Kitabı okurken önemli gördüğüm noktaları not aldım. Yazının geri kalanında bu notları sizinle paylaşacağım. Yazarın en çok vurguladığı, dile getirdiği konu emperyalist küresel güçlerin büyük bir Sünni-Şii kavgası, savaşı çıkartma hedefinde olduklarıdır. Yazara göre çarpıştırılacak, karşı karşıya getirilecek olan devletler Türkiye ile İran’dır. İran ile yıllardır uğraşan emperyalist mihraklar bizzat İran’a kendi güçlerini değil, piyon olarak kullanacakları başka devletleri sokacaklardır. Yazar ayrıca bu büyük çatışmaya doğru giderken Türklerle Kürtlerin barıştırılacağını, PKK’nın iyice zayıflatılacağını ve Kürtlerin de Türklerle birlikte İran’a karşı savaşmasının önünün açılacağını belirtmektedir. Yazarın başka bir iddiasına göre emperyalist güçler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı Sünnilerin lideri konumuna yükseltecekler ve bütün Sünniler onun buyruğuyla Şii İran’a karşı savaşım verecekler. Sünnilerin bu şekilde örgütlenmesi ise ancak Erdoğan’ın halife olmasıyla mümkün olacak. O yüzden büyük plana göre Erdoğan “halife” yapılacak. Yazar iddiasını daha da ileri götürüp Erdoğan’ın “mehdi” ilan edileceğini de savunmaktadır. Bir de Erdoğan’ın “başkan” ilan edileceğini de öngörmüş. 16 Nisan 2017 referandumundan 4 ay önce piyasaya çıkan kitapta yazan bu tahminin doğru çıktığını hepimiz yaşayarak gördük. Halifelik ve mehdilik iddialarının ise doğru çıkıp çıkmayacağını bilemeyiz, ancak II. Dünya Savaşı bitip yeni bir dünya düzeni kurulunca bu düzende Türkiye’ye Sünni dünyanın hamisi, hâkimi rolünün verildiğini Cengiz Özakıncı, Metin Aydoğan gibi araştırmacı yazarlar sayesinde öğrenmiş bulunuyoruz. Mehdilik savını aşırı bulabilirsiniz, ancak Erdoğan halife olduktan sonra “mehdiyim” diye karşımıza çıkmayacağını kim iddia edebilir? Hem bu memlekette ona hiç toz kondurmayan, onun “kul”u olmuş bu kadar insan varken onun kendini “mehdi” olarak ilan edeceği ihtimalini düşünmek pek de hayal ötesi bir şey değildir. Beşeri, 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte ABD’nin Erdoğan’ın defterini dürdüğünü, üstünü kalın çizgilerle çizdiğini dile getirenlere karşı çıkıp kazın ayağının öyle olmadığını anlatıyor bir iki yazısında. Çünkü yukarıda bahsettiğim sebeplerden dolayı ABD’nin Erdoğan’dan asla vazgeçmeyeceği görüşünde. Hatta Beşeri, üçüncü köprüye “Yavuz” adının verilmesini bile Türkiye-İran arasındaki olası bir savaşın parçası olduğunu düşünüyor. Aynı zamanda Erdoğan’ın Emevi Camisi’nde namaz kılma hedefini de bu planın bir parçası olarak yorumluyor. Yazar, Atatürk’ü masonların öldürdüğünü düşünüyor. Masonların yanlış tedavi uygulayıp yavaş yavaş ölüme terk ettiklerini belirtiyor. Bunu sanki kesinkes doğruymuş gibi anlatması yadırganabilir bir tutum. Çünkü bu konuda elimizde kesin bilgi yok. Atatürk’ün “alkole bağlı karaciğer sirozu”ndan öldüğünü biliyoruz. Ama teşhiste geç kalındığını da biliyoruz. Ancak ölümünü masonlara bağlamak ne kadar doğru olabilir? “Öldürüldü” diyebilmek için elimizde çok sağlam kanıtlar olması gerekmez mi? Yazarın “Truva Atı Meselesi ve Pratikte Uygulaması” başlıklı yazısında çok uçuk genellemeler var. Yaşar Nuri Öztürk, İlhan Selçuk, Nihat Hatipoğlu, Mihri Belli, Sadun Aren, Ufuk Uras, Doğu Perinçek, Çetin Altan gibi sağcısından solcusuna kadar kamuoyunda bilinen birçok ismi “sağ”ın ve “sol”un içindeki Truva atları olarak tanıtıyor. Bu kadar ismi aynı çuvalın içine koyup değerlendirmesi, birbirinden farklı görüşleri olan bu kadar insanı Truva atının içine sokması kendini “aydın” olarak gören bir insana yakışan bir davranış değil. Bu yüzden bu yazıdaki görüşlerini pek benimseyemedim açıkçası. Bana itici geldi. Yazar Sözcü gazetesinin yazarlarını da bir çuvalın içine sokmuş ve hemen hepsini işbirlikçi olmakla, kalemini satmakla itham etmiş. Mesela, Emin Çölaşan, Soner Yalçın, Uğur Dündar, Bekir Coşkun onun gözünde ABD, AB ve İsrail’in birer görevli elemanları. Bunların ak dediğine kara, kara dediğine ak diyecekmişiz ve RTE ile AKP’ye saldırılarına kanmayacak, bunlar aleyhinde yazdıklarına önem vermeyecekmişiz. Bu kişilerin yazdığı hangi şey yalan çıktı da yazar hepsini töhmet altında bırakabiliyor? Eğer meramını örnek göstererek anlatsaydı okur da az çok bir şeyler anlayabilirdi. Ama böyle suçlayarak okuru ne kendi dünyasına çekebilir ne de savunduğu görüşü, neyin peşinden gittiğini okurun tam olarak kavrayabilmesini sağlayabilir. Çünkü, suçlamakla bir yere varılamaz. Mesela, Erdoğan Büyük Orta Doğu Projesi’nin eş başkanı olduğunu itiraf etmeseydi biz onu BOP’un eş başkanı olarak itham edebilir miydik? Eğer kendi ağzıyla dile getirmeseydi onu BOP’un eş başkanı olarak görenler komplo teorileri üretmekle suçlanmaz mıydı? Sözün özü, konu örneklerle iyice açıklanmadıkça okurun tatmin olması beklenemez. Beşeri’nin savlarından biri de Erdoğan’ın 2023’e kadar ülkenin başında kalacağı, yetkileri zamanla artacağı ve bu süreye kadar başımızı beladan belaya sokacağıdır. Yazarın bu savının temelinde yatan görüş -yukarıda da belirttiğim gibi- küresel güçlerin büyük bir Sünni-Şii savaşı çıkartmaya heveslenmeleridir. Gerçi bu iddiaya bakarsak Sünni-Şii savaşının Erdoğan 2023’te iktidarı başka bir partiye bırakmadan ortaya çıkması gerekmektedir. Beşeri’nin Erdoğan’ın 2023’e kadar iktidarda kalacağı yönündeki inancı çok da akıl dışı görünmüyor. Çünkü hâlâ Tayyip Erdoğan halkın en çok destek verdiği lider. Asıl mesele Sünni-Şii savaşında. Erdoğan’ın 2023’e kadar Sünnilerin lideri olması çok da gerçekçi değil. ABD’nin İran’a saldırması muhtemel. Çünkü İran ile yıllardır nükleer bomba yüzünden uğraşıyorlar. Ne var ki böyle bir savaş çıksa dahi Türkiye’nin ABD’nin yanında saf tutacağı da meçhul. Beşeri insanların soyadlarına bakıp etnik kökenleri hakkında hüküm veriyor. 1934’te çıkarılan Soyadı Kanunu ile birlikte Hristiyan Rumların, Ermenilerin aldıkları Türkçe soyadlarıyla Türk’müş gibi algılanmalarına yol açtığını belirtiyor. Örnek olarak verdiği soyisimlerinden bazıları şunlar: Hacıoğlu, Hocaoğlu, Türkoğlu, Kocatürk, Ünlütürk, Müftüoğlu, Baştürk. Yazara göre bu soyadlarını alanların yüzde 99’u gayrimüslim kökenli. (Benim de soyismime bakarak geçmişimde gayrimüslimlik olduğu sonucunu çıkardı kendisi. Sarışın, renkli gözlü olduğum için vardır belki biraz hamurumda gayrimüslimlik.) Beşeri kimsenin etnik kökeniyle derdinin olmadığını, tek derdinin geçmişte işgalcilerle işbirliği yapan alçakların ve bu alçakların aynı vazifeyi devam ettiren torunlarının kimler olup olmadığını ortaya çıkarmak olduğunu anlatıyor. Ancak böyle bir çabanın toplumu iyice ayrıştırma tehlikesini de gözden uzak tutmamak gerek. İnsanları “sen Türk’sün, sen değilsin” diye karpuz gibi ikiye ayırmak bizim gibi karmakarışık toplumlarda hiç de yararlı, olumlu sonuçlara yol açmaz. Aksine birbirimizle kavga etmek için bir sebep daha ortaya çıkmasına zemin hazırlar, başka bir işe de yaramaz. Aklıevveler’de ele alınması, incelenmesi, üzerinde durulması gereken daha pek çok mesele var. Ben şimdilik burada bırakıyorum. Belki kitaptaki başka konuları da içeren bir yazı daha kaleme alırım. Başka bir yazıda görüşmek dileğiyle…
Aklıevveller
AklıevvellerMehmet Beşeri · Nergiz Yayınları · 20174 okunma
·
77 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.