Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Şâir, dostları, birçok asilzâdelerle dağlarda bir kurt avına çıkar. Vakit gece, ıssız bir ay aydınlığı var. Alevlenmiş gibi yanan ayın üzerinden bulutlar geçiyor. Siyah ormanlar ufuklara kadar dayanıyor. Tabîatın böyle tenha bir saatinde avcılar birbiri ardından tüfekleri tetikte, yürüyorlar. Bir aralık avcıların kurt avlarında en ziyade tecrübesi yere yatıyor ve yerde taze tırnak izleri görüyor ve avcılara haber veriyor ki: Bu izler oradan biraz evvel geçmiş iki kurtla iki yavrusunun izleridir. Bütün avcılar hemen bıçaklarını hazırlıyorlar, tüfeklerini ve tüfeklerinin beyaz parıltılarını saklıyorlar. Ağaç dallarını ayırarak adım adım yürüyorlar, o sıra üç avcı duruyor, şair Vigny'de ne gördüklerini aranıyor ve birdenbire karşısında iki alev saçan göz görüyor: Kurt! Biraz ötede de yavruları ve gölgeleri raksa benziyen bir kımıldanışla kımıldanıyor. Kurdun yavruları sessiz sessiz oynuyorlar, yavru olmakla beraber bir kurt sevk-i tabiîsiyle biliyorlar ki düşmanları olan insanoğlu birkaç adım yakında, pusudadır. Kurdun dişisi bu tehlike karşısında, bir zamanlar Roma'nın bânîleri Remus ve Romulus'u emzirdiği için Romalıların taptığı heykel gibi câmid duruyor. Erkek kurt anlıyor ki bütün yollar kapalı, ric'at tarîkı kesilmiş, geliyor, ön ayaklarının tırnaklarıyle kumluğa saplanarak çömeliyor, üzerine atılan köpeklerin en ziyâde cür'etkârca saldıranını seçiyor, o köpeğin gırtlağına dişlerinin bütün savletiyle sarılıyor, avcılar üstüne vîrâ ateş ediyorlar, vücûdunu delik deşik bir hale sokuyorlar, bıçaklarını kurdun böğrüne üşürüyorlar. Lakin kurt, demir gibi çene kemiklerini çözmüyor, köpeği bırakmıyor, nihayet köpeği gebertiyor. Kurt, etine kabzasına kadar saplı duran bıçaklarla çömelmiş kanlar içinde avcılara bir bakıyor. Avcılar tüfekleri tetikte, etrafını sarıyorlar. Kurt ağzından akan kanları diliyle yalıyor, avcılara bir defa daha bakıyor. Nihayet nasıl öldürüldüğünü bilmeğe tenezzül etmeksizin, iri gözlerini kapıyor ve hiç bir ses çıkarmadan ölüyor. Şair Vigny, bu mâceradan sonra başını tüfeğinin namlusuna dayıyor, dişi kurtla yavrularının peşinden koşmağa karar veremiyor ve diyor ki: Eğer bu iki yavru olmasaydı o güzel ve kederli dul, erkeğini bu büyük imtihan karşısında yalnız bırakmazdı! Lakin bir vasifesi vardı. O iki yavruyu dağlara kaçırmak, onlara orada açlığa tahammül etmeği ve şehirlerde bir lokma ekmeğe ve bir yatacak yere mukaabil insanın önünde av avlayan zelil hayvanların insanla akdettiği ittifaknâmeye hiç bir zaman dâhil olmamayı öğretmekti. Şair Vigny hikayesinin bu noktasında kalmıyor ve felsefesinin bir cazibesiyle şiirini bitiriyor; diyor ki: "Hayattan ve bütün ıztıraplardan nasıl feragat edilir? Ey ulvi hayvanlar, yalnız siz biliyorsunuz! Yer yüzünde ne olduğumuzu ve arkamızdan ne bıraktığımızı bir kere hesap ettikten sonra anlaşılır ki ulvi olan ancak sükuttur, maadası zaaftır." Şair, kurdun o son bakışında ne demek istediğini anlıyor. Asil hayvan, o son bakışıyle demek istiyor ki: "İnlemek , ağlamak, yalvarmak hepsi zillettir. Kaderinin seni sevkettiği yolda uzun ve ağır vasifeni dişini sıkarak ifa et! Sonra da benim gibi hiç ses çıkarmaksızın ıztırap çek ve öl!" Bu kurt hikayesi kaç defa beni derin derin düşündürdü. Zannettim ki şair Vigny bizim maceramızı anlatmış! O erkek kurt, ölen ordudur; o dişi kurt, anne Anadolu'dur, o kurdun yavruları İnönü ve Dumlupınar çocuklarıdır ki dul annelerinden aldıkları dersi tekrar ediyorlar: "Hakkıdır hakka tapan milletimin lstiklal"
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.