Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

414 syf.
8/10 puan verdi
·
Beğendi
·
52 günde okudu
Bu kitabı henüz okumadım. Okuyacağım kitaplar arasına da bugün ekledim. Yine de bu durum, kitaba inceleme yazmayacağım anlamına gelmiyor çünkü bir kısmı PDF olmak üzere farklı derlemelerinden okuma şansı bulmuştum. Sadece bu kitabında meseleyi nasıl bağladığını bilmiyorum. Bunun dışında,
Jürgen Habermas
Jürgen Habermas
ve onun Frankfurt Okulu şahsında hepimize kattıkları üzerinde fikrim var. Kitabın derdinin de neler olduğunu kestirmek bu açıdan zor değil. Her açıdan eleştiriye ve eklenmeye muhtaç bir kritik. Adorno'nun öğrencisi, Frankfurt Okulunun son büyük düşünürü ve Okulun dördüncü dönemini bir başına temsil eden Habermas, teoriyi ıslah ederek rehabilite etme özelliğini bir üst düzeye çıkarmayı da başarmış bir isimdir. Her ne kadar bazen Yeni Marksist olarak tanıtılsa da Amerikan pragmatizmine de hayli yakın çizgidedir. Habermas, daha ilk eserlerinden itibaren Eleştirel Teori ekolüne vereceği katkıyı, dahası, Okulun değerlerine bir tık daha fazla katkıda bulunacağını, bu katkıyı da zıt bir metodu takip ederek vereceğini belli etmişti. Ona göre Adorno ve Horkheimer araçsal akılcılıkla ilgili yanılıyordular. Veya kısmen eksik ve kusurlu görüşler öne sürmüşlerdi. Onlar, rasyonalizasyon süreçlerini özne-nesne ilişkisi üzerinden kavramsallaştırarak ele alıyorlardı. Habermas'a göre bu başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ona göre fenomenleri kavramak için bu yetersizdi, değilse bile, sadece araçsal terimlerle başarılmış olunacaktı. Peki, ne yapılmalıydı? Habermas, çareyi alternatif bir rasyonalite teorisi geliştirmekte bulmuştu. Epey de kararlıydı. Bu kararlılığını da dil felsefesine dayanan iletişimsel eylem teorisi geliştirerek gösterdi. Bilen öznenin kurucu emeği olan bilgi anlayışını reddeder Habermas. Bu red, aynı zamanda Kant'ın konuyla ilişkili görüşlerini de reddetmek demektir. Habermas, bilginin yapısının ancak varoluşun inşası sürecinde aydınlatılabileceği inancındadır. Yani bilginin mahiyeti, türlerin gelişiminin ortaya çıktığı maddi koşullar anlaşılırsa anlaşılabilir. O hâlde maddi varoluşu için araç yapmak zorunda olan insan; bir arada yaşamak için geçerli bir özneler-arası dil oluşturan insan; ve rasyonel eylemde bulunabilmek için özgürleşme çıkarı olan insandan söz etmeliyiz. Habermas, bu noktalarda Frankfurt Okulunun ve değerlerine yetkin bir zıtlıkla katkı sunmuştur. Habermas’ı zıtlıklarıyla anlatmak, sadece zıtlıklarıyla anlatmak, onu sanki hocalarının karşısına dikilmiş birisi gibi gösterir. Durum bu değildir. O da, tıpkı hocaları gibi kapitalizmin ve araçsal aklın özgürleştirici, etik, demokratik değerleri aşındırıdığını düşünür. Bu noktada hemfikirdirler. Aydınlanma, bir çıkmak sokaktır. Nokta. Fakat mesele “akla” geldiğinde, o, akla yeni bir biçim vererek Aydınlanma projesini bütünüyle yerin dibe sokmama yolunu tutar. Işte kamusal alan ile ilgili görüşlerinin ilk nüveleri de buradan oluşur. Aslında kamusal alan tartışması Habermas’ın belki de en önemli çalışmasıdır.
Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
kitabı, aslında onun 1960’lardaki doktora teziydi. Sonraki uzun yıllar boyunca bu tezi hak ettiği şöhreti bulamasa da 90’larda bir dizi olayın ardından yeniden, bu kez daha sağlam şekilde keşfedildi. Doğu Avrupa’daki kadife devrimiyle birlikte komünist rejimlere karşı halk gösterilerinin iktidarların sonunu getirebilecek güçte oldukları anlaşıldı. Otoriter devlet iktidarlarına karşı da aynı taktik pekâlâ uygulanabilirdi. Bu ihtimal, kamusal alanın da potansiyelini ifşa etmişti ve bundan yaklaşık yirmi yıl önce bir doktora tezi bu kuvveti keşfetmiş, teferruatıyla birlikte ortaya sermişti bile. Habermas, kafeleri kamusal alanın merkezi olarak görüyordu. Oralarda felsefe, politika, iktisat ve toplumsal örgütlenmeye dair uzun uzadıya konuşmalar yapıldığına inanıyordu. Sıradan insanlar bile oralara gelir, gazeteler ve broşürler üzerine -dolayısıyla doğrudan toplum üzerine- konuşur, örgütlenme gücünü elinde bulundururdu. Aynı zamanda da sivil toplum gücü demekti bu. Sonradan Habermas’ın bu görüşü, kamusal alanı “idealleştiriyor” diye eleştirilere maruz kalsa da, Habermas’ın kendisi, Marx'ın da değindiği üzere, kamusal alanların sanayi kapitalizmiyle olumsuzlaştığını (ciddi bir yargıydı bu) söylüyordu. Dolayısıyla tek ve birleşik bir kamusal alan tanımına kayıtsızdı Habermas’ın kendisini de. On dokuzuncu yüzyıl, kamusal alanlara ekseriyetle zengin ve eğitimli kimselerin girdiği, yoksulların dışlandığı alanlardı. Bu da Habermas’ın “bürgerliche gesellschaft” dediği durumun ta kendisiydi. Yani burjuva birliğinin hedef alınmasının gerekçesiydi. Kamusal alanlar kapitalizmle birlikte “gasp edilmişti” ve bu gasp edilmişlik insanları yaşadıkları toplum hakkında aktif konuşmacılar olmaktan çıkarıp pasif konuşulanlar hâline getirmişti. Kitap, en azından PDF ve hakkındaki diğer makalelere dayanarak söylersem, bu meselenin içerisini tarihsel süreciyle işliyor.
Kamusallığın Yapısal Dönüşümü
Kamusallığın Yapısal DönüşümüJürgen Habermas · İletişim Yayıncılık · 201579 okunma
·
154 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.