Yüzyıllık Yalnızlık'ı okumaya karar vermem Nobel ödüllü olması sebebiyle olmuştu. Ve Hakan hocamın aksine, hayatımda bitirmek için kendimi zorladığım nadir kitaplardan birisi oldu. Mutlaka edebi bir değeri vardır fakat benim gibi "bunu da okuyayım da aradan çıksın" diye okuyacaksanız okuyun, yoksa hiç gerek yok.
Kırmızı Pazartesi ise bir cinayet romanından çok daha fazlası. Her dönemde, her toplumda, her olayda gözlemlenebilecek toplumsal bir hastalık kitabın asıl anlattığı. Cinayet romanı demek, açıkçası hakkını yemek olur. Sosyolojik bir kitap bile sayılabilir.
Şöyle ki; cinayetin işleneceği herkesin malumu, adeta güneşin yarın sabah doğacağını bilmek gibi bilinen bir gerçek. Kitabın esprisi de bu zannımca, insanların bu kadar duyarsızlaşması, hissizleşmesi. Cinayet gibi vahim bir durumu bile böylesine kabullenmiş insanlar sürüsü.
Böyle bir algıya varmamın sebebi, ülkemizde yıllardır, asırlardır bu toplumsal hastalığın ızdırabını çekiyor olmamız. Haksızlıklara karşı kör sağır kesilmemiz, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" ya da "ateş düştüğü yeri yakar" hissizliğinin esiri olmamız...