Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Küçük kadın
İnsanlığı, çektiği tüm çilelere rağmen karnında taşıyıp dünyaya getiren ve insanlar tarafından yaşatılmayan varlıklar... Kadınlar... Kadın deyince aklıma ilk annem gelir benim, varlığıma sebep olan o güzel melek... Böylece bir kez daha anlarım kadının dünyamızdaki en kutsalı ederini. Büyük bir bütündür kadın. Anne, kardeş, arkadaş, sevgili ve eş'in toplamı eder; yalnızca bir kadın. Annedir tüm diğer rollerinden evvel. Henüz bebekken, paytak paytak adamlar attığınde ellerine tutuşturulur bez bebekleri. Rolleri toplum tarafından hazırlanmıştır bile, hem de onlara hiç sorulmadan. Bebekleri ile sessiz sessiz oynayıp, erkek çocuklara hiç bulaşmayacaklar mesela. Top oynamak, misket yuvarlamak, bisiklet sürmek onların kârı değildir ki. Sokakta oyun oynayamayacak örneğin, çünkü yaşı kendinden büyük olan erkek çocukları tarafından rahatsız edilecek. Saçını çekecekler onun ' hem ne işi varmış kız çocuğunun sokak ortasında, onun dizini kırıp evinde oturması gerekirmiş' toplumca! İşte kimi kadınların öyküsü böyle başlar, kiminin ise daha da öncesine dayanır anne karnında cinsiyetinin "kız" olduğunu öğrenilince, onlar hayata bir sıfır yenik başlayacaklardır. Kadınlar toplumumuza değil kadınlığını, yani özgürce kendini yaşamak, bazılarının tek isteği yalnızca nefes alıp vermek oluyor mesela. Evet nihayet okul yaşı geliyor o küçük kadının ve toplum pençeleriyle ensesine yapışıyor hemen, 'Dur! Kız kısmı okuyup da ne yapacak sanki, yemek yapmayı, çocuk bakmayı öğrensin." diyerek bir özgürlüğünü daha almış oluyor elinden. Böylece erkeği ve kadını daha yolun en başından birbirinden ayrıştırarak gelecek tüm büyük felaketlere zemin hazırlıyor toplum, o kötü elleriyle... Hem aynı zamanda sevip aşık olmak da olmaz onlara. Erkek sevdiğinde yiğit olucak kız sevdiğinde ise koca bir ayıp. 'Büyüklerimizden böyle gördük biz ' diyerek kuşaktan kuşağa aktarıldı küçük kadının rolleri. Dışına çıkılamazdı kesinlikle. Biraz daha büyüyecekti iş görmeyi, yemek yapmayı, hatta o yaşına aldırmadan çocuk bakmayı bile öğrenecekti. Tüm bu bilgiler şarttı ona, çünkü çocuk gelin olacaktı(!) kimi babası, kimi de dedesi yaşındaki o adamlıktan zerre bir şey anlamayan bu insanlarda... Bazıları daha şanslı olup birkaç yıl daha büyüyecekti ve görücü usulü ile bir gün o da gidecekti baba evinden. Sevmediği, aşık olmadığı, kendisi ile hayaller kurmadığı bir adama kadınlık edecekti çünkü. Çocukları olacak ve onları büyütecekti. Kocası sinirlendiğinde şiddete başvurup bütün acısını ondan çıkaracaktı. Yüzü moraracaktı, saçları koparılıcaktı, karanlık odalara kilitlenecekti kim bilir... Gözyaşları dökecekti o küçük kız orada, ama nafile evlenmişti bir kere baba evine geri dönmek ayıp olurdu. Böyle böyle acı ile harmanlanıp büyüyecekti işte. Bazıları töreye kurban gidecekti, bazıları boşanmak isteyince bıçaklanıp göle atılacaktı mesela, bazıları ise hiç tanınmayacak hale getirilecekti, ya da öldürülecekti toplumun erkeğin eline verip, adına güç(!) dediği silah ile. Oysa o bunların hiçbirini yaşamak istememişti ki. Hayata karışmak, özgür olmak, ayakları üstünde durmaktı tek amacı. Aşık olacaktı hem tüm varlığını sevdiği adamın varlığına bırakacaktı. Onun yüreğine sığınacaktı bir kuş misali. Filizlenip çiçek açacaktı orda ve böylece iki yürek ile bir dünya kurulacaktı. Toplumu susturup, vicdanımızı, yüreğimizi dinleyelim. Biz de yok etmeyelim, bu hayatta toprak kadar değerli olan o varlıkları. Sevdiği adamın dilinden o küçük yüreklerine şiirlerin düştüğü, saçlarında yağmur damlalarının parladığı, ellerinin merhamet koktuğu, gözlerini ise mutluluğun aydınlattığı kadınlar bürüsün dünyayı. Evlatlarımızı yok etmeyelim ki kardeş olsunlar, eş olsunlar ve bizim ile birlikte var olsunlar... ~ Özge ÇEÇEN
··
7 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.