Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

120 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Eveeet, kitabın etkisinden henüz çıkmadan, muhteşem lezzetler aklımı çelmeden, sıcağı sıcağına incelememi yazayım istedim. Kötü haber: Kitabın tek öğünlü beslenme biçimini önerdiği doğrudur. İyi haber (ne kadar iyiyse): Tek öğün dediği şey aslında ana öğünmüş. Yani sabahları birkaç fındığa veya bademe, öğlen de çok acıkırsak şekersiz meyveye ve aralarda da dul avrat otu çayına izin var :)) Bunun dışında ana yemeğimiz olacak akşam yemeğinde çok abartmadan her şeyi yiyebilirmişiz. Kulağa çok sağlıksız geliyor değil mi? Ben de pek çok kez daha neler dediğimi hatırlıyorum. Yani şu ana kadar beslenme adına öğrendiğim ne varsa, pek çoğuna zıt şeyler söylüyor. Fikirlerim bu kitabı okuyunca bir anda değişti mi? Aydınlanma yaşadım mı? Hayır :))) Ama bir sürü şeye farklı pencerelerden bakmamı sağladı. Yeni şeyler de öğrendim, unuttuklarımı hatırladım. Birazcık bunlardan bahsetmek isterim. Bence bu yazacaklarımı bilseniz yeter, kitabı alıp okumak için vakit ve nakit ayırmayın :) Öncelikle neden Japonların beslenme kültürü? Amerika’nın son derece sağlıksız öğünlerle beslendiğini biliyoruz ama neden bilimadamları ile ünlü İsveç’in ya da doğal hayatın koynundan çıkmayan Afrika yerlilerinin beslenme kültürü değil? Çünkü yemek yemek hem zevk hem de disiplin işiydi. Yazara göre geleneksel Japon mutfağında da düzeltilmesi gereken şeyler varmış ama felsefesi ve alışkanlıkları ile örnek alınması gerekenler de varmış. Japonya’da 2. Dünya Savaşı öncesinde ve daha eski dönemlerde asla 3 öğün yenilmezmiş. Yazara göre avcı atalarımız da avlandığında doyana kadar yer, sonrasında aç kalırmış, insan doğasına uygun beslenme şekli buymuş. Diyor ki kalori hesabı son derece sıkıcıdır ve yemek yeme zevkini matematik hesabına dökmektir. Yok günde 30 çeşit yenilmeli, yok her öğün en az 4 renk yenilmeli gibi kıstaslar da zamanla eskimiş. 3 öğünlü hatta kimi diyetisyenlere göre 6 öğünlü beslenme de faydalı değil bilhassa zararlıymış. Nedenini az sonra açıklayacağım :) Ama önce yazarımız nasıl buraya gelmiş anlatayım. Efendim, kendisi aslen doktor. Hep böyle derler yaa, aslen ne demekse, sanki yalancıktan da başka mesleği var :)) Neyse sulandırmayım. Babası da doktormuş ve ciddi bir sağlık sıkıntısı sonucunda işlerini tamamı ile oğluna devredip kenara çekilmiş. Babasının borçları, hastalarının yoğunluğu ve sosyallikten uzak yaşamı üçgeninde gittikçe şişmanlayan doktorumuz bir gün kırılma noktasına geliyor. Diyet yapıyor olmuyor, spor yaptıkça iştahı açılıyor. Bakıyor ki bir yerde yanlış var ve başlıyor araştırmalara. Toplumları ve beslenme alışkanlıklarını inceliyor. Hayvanlar alemine dalıp çıkıyor. Deneyler, tezler, araştırmalar derken... hop yeni bir gen keşfediyor: Sirtuin! Aç kaldığında vücudun hasar görmemesi için bedenin aktive ettiği bu gen, tüm vücudu tarayarak hastalıklı yerleri onarıyor, gençleştiriyor ve sağlık veriyormuş. Ancak tok olduğumuzda, tehlikeli bir durum olmadığı için mekanizma çalışmıyor ve bağışıklığımızın aksine bir güç oluşuyormuş. Bu sebeple doktorumuzdan tavsiyedir: Karnınız iyice acıkıncaya kadar yani guruldayana kadar yemeyin. Tamam ne zaman yiyeceğimizi anladık. Peki ne yiyeceğiz? Söyleyeceğim ama yapar mısınız ya da yapmak ister misiniz bilmem! Zira buraya yazıyorum (ki cidden yazıyorum) ben asla ama asla yapmam! Diyor ki bütün yiyin. Yani muzu kabuğuyla, balığı kılçığıyla... Devamını hayal gücünüze bırakıyorum :) Böyle demesinin aslında mantıklı bir açıklaması var. Takviye alınan gıdalar diğer yapı taşları ile tamamlanmadıkça işe yaramaz. Parça parça beslenmek yani sadece tavuk budu yemek de sizi eksik bırakır. Bu noktada tavuğun gagasını da yiyin diyecek diye korkmuştum :)) Neyse ki öyle demedi. Yumurta yiyin dedi, çünkü kendisinden tavuk oluşturan yumurta, varoluş için gerekli tüm besinleri bünyesinde taşır. Bütüncül beslenmenin en kolay şekildir. Güzel, buna itirazım yok. Balıkların da küçüklerini tercih edin diyor, tümüyle yiyin diyor. Burada tereddütlerim var. Devamında ise yılan balığı pişirme tavsiyelerine geçince ben konudan koptum :)) Kabuğuyla mandalinaya geldiğimiz de ise bu işin bana göre olmadığını anladım. İlginç olan diğer bir konu ise hastalıklara bakış açısı. Araştırmalarına göre kolestrol, görme bozuklukları, kangren bunların hepsi kötü beslenme yüzünden. Kolestrol düşürücü ilaçlara aşırı derecede karşı, bu sebeple zamanında bazı konferanslardan aforoz bile edilmiş. Tavsiyesi beslenme alışkanlığını değiştirmek. İşte bunlar hep fazla yemekten :) Beynimiz kilo alımımızı engellemek için yiyeceğe ulaşmamızı engelliyormuş, bu yüzden gözler bozuluyor, ayaklar kangren oluyor... vs vs. Bana bu kısımları biraz abartı geldi ama ilaç sektörünün kirli bir sektör olduğuna ben de inanıyorum. Kayda değer bulduğum bir husus ise çocuk yetiştiren anneler için verdiği tavsiye. Diyor ki tabak bitecek, ağızdaki yutulacak gibi kurallar koymayın. Toksa zorlamayın. Doğadaki hangi canlı doyduktan sonra sırf zevk için ya da annesinin zoruyla yiyor? İnsanlar ise çocukluktan beri aksi bir çerçevede yetiştirilerek obeziteye açık hale geliyor. Bunun yerine doyduğunuzda bırakın. Ayrıca sadece tatma kültürü olsun. Çocuklara ağzına aldıktan sonra çıkarabilirsin deyin ki, bugün sevmediği bir şeyi ileride de tadabilsin. Aksi halde tabu olarak kalır. Bence mantıklı! İlaveten dul avrat otu çayını çok öneriyor. Kendisi 15 yıldır içiyormuş. Yaşının yarısı kadar gösterdiğini düşününce koşarak çay alasım geldi. Şeker zaten yasak. Bu kitapta zararlarını bir kez daha okuyoruz. Ayrıca tuz da yasak. Kendisi tuzun vücuttaki etkisini ve yolcuğunu epey bilimsel anlatıyor ama aklımda kalan tek şey şu: Hayvanlar diğer bitkileri tuzlamıyor, bebekler anne sütünü tuzlamıyor... Eksiklik oluyor mu? Hayır! Biz neden her şeye ilk iş tuz atıyoruz. Cevabı basit; dayatmalar sonucu yerleşen tat alışkanlığı. Japon haklı beyler dağılın. Dağılırken de tuza el sallayın :) Özünde kötü değil ama beni rahatsız eden kısımlar da oldu. Örneğin tek öğünlü beslenmeye ikna etmek için zorlama vaatler olması. Yok birden gençleşeceksiniz, yok hastalıklardan arınacaksınız. Bence gerek yok bunlara. Mideniz ve bağırsaklarınız daha rahat edecek dese de olurdu. Budizm ve İslam ile de bağlantılar kurmuş. Bence buna da gerek yok. Zira orucun felsefesi aç kalayım da gençleşeyim değildir herhalde. İyisiyle kötüsüyle farklı bir kitaptı. Zaman zaman kendi fikirlerime zıt kitaplar okumak bana iyi geliyor. Beynimi açıyor, penceremi genişletiyor. Kendi doğrularımı tekrar sorgulamamı, bazen güncellememi, bazen de tekrar teyit edip, güçlendirmemi sağlıyor. Bu kitapla beslenme konusundaki fikirlerim ciddi bir biçimde değişmedi. Bence akşamları ağır yenmemeli. Neye dayanarak mı söylüyorum? Midemin kadim sırlarına :)
Japonların Kadim Beslenme Sırrı
Japonların Kadim Beslenme SırrıYoshinori Nagumo · Doğan Novus · 2018406 okunma
··
459 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.