Gönderi

1957 – 59 İstanbul, Fatih, Bütün gün beni, bu kâğıtların başında oturmaya iten yalnızlığımı düşündükçe acımın artmasını istiyorum. Bu büyük, kalabalık şehirde hiçbir teselli yok benim için. Acım, çok önceleri, başka sokakların, başka pencerelerin, yatak odalarının, bütün o anlamsız eşyanın bulunduğu ortamda çok daha büyüktü. Şimdi başka bir
·
1,136 views
zeynep oruç okurunun profil resmi
Ölüm saati gelince, aptalca bütün hayatımız boyunca herşeyden kaçtığımızı, çılgınlar gibi uzaklaştığımızı göreceğiz. İnsanoğlu için ne acı an. İçten olmayan bir toplumda, öz isteklerinden kaçarak sürüklenip durmuş. Fırtına bütün gücüyle esmiştir. Yağmurla uzaklara sürüklenmiş ağaç kütüklerinden ne farkımız var bizim? 20 Nisan Peki bizi sevenler nerde? Yitirdik mi onları? Zamanda solgun yüzleri, ince damarlı elleri, gövdeleri, bacakları, yürüyüşleri yittiler. Anlamıyorum, nasıl yittiler? Sevgiyle başlıyan bir sabah anıyorum. Ondan sonrası... — Bir çokları, bir çok şeyleri anlatmak için hikâyeler uydururlar. Ben bilmiyorum, sen gelmeden öncesini, gelişini, kalışını, sonra gidişini bilmiyorum. Olayları, bütün araya giren oyunları —ama nasıl bir güzellikle başlardı— anmıyorum artık. Anlamaları için gidip gizlice oturuyorum, böyle kelimeleri ard arda söylüyorum. Anlamıyorlar; anlasınlar istiyorum. Yazarsam anlarlar mı diye düşünüyorum. (Uf, ne delilik) Yazarsam anlarlar mı? Anlamıyorlar. Bütün bunları anlatmak için olaylar uydurmak, ne züğürtlük. Bunları yazmak bile gereksiz. Ama belki düzelirim. O vakit bekliyordum. Dakikaları, dakikaları bekliyordum. Geliyordu. Ama —mutlaka— emindim bundan— geliyordu. Geldiği yolları bilirdim: bizim ordan, bizim eve yakın bir yerden. Sabırsızlanırdım. İçim içime sığmazdı. (Şimdi gitti o, yalnız anıyorum. Yalnızca bir insanı tanımış oldum, o kadar.) Ama o mutlu günler, ıslak sokaklar, kalabalık. Kalabalığın arasında ona hiç rastladım mı? Çok eskiden rastladım, selâm vermemişti, çekinmişti. Çekindiğini belli etmeden. Ufak tefek birisi olsaydı çekindiği belli olurdu. O günlerin çekingenliğini, üzüntüsünü anlatmak zor. Eve döndüğümde üzülürdüm. Kötü hayaller kurardım. Masanın başına oturur yazardım; yazmak eskiden beri alışkanlığımdı. Bütün kişiyi küçülten dünyaya karşı bir ayak direyiş. Her insan bunu duymuyor, ben duyuyorum, oturup yazıyorum. Büyük, karanlık, boş odalar düşünüyorum, uzaklardan gelen bazı insanlar doldurmuş. Onları nerde tanıdım? Belleğimin içi boş hayalleri. Onların hikâyesini anlatıp duruyorum. Onu kalabalıkların arasında düşünüyorum. Bazı şeyleri anıyorum.. Adnan'la Taksim durağında buluşmalarımızı, kalın kâğıtlı, açılmış kitaplan, daha başka şeyleri, sonra seni bekliyorum, geliyorsun. Sonbaharda Aslan sokağı ne kadar güzeldir. Sana bir çok şey anlatıyorum. Anlamış olsan da ne çıkar? İşin bir yanıyla ilgilisin Ne kadar gelir sahibi olabileceğimi düşünüyordun desem haksızlık olur biraz. Seviyordun, ne kadar sevilebileceğimi düşünürdün. Beni dışa karşı düşünürdün, başkalarına topluma karşı; oysa ben hiç bunlara göre değilim ki, ben başkayım, içime karşıyım, bazı değerlere göreyim, herkesler bunu bilmez ki; dıştan bakıp yargıya varırlar. Belki benim için ağır hükümler vermezler, ama gene de yanlış olur. Yanlış yargılar verirler. Yargıları kendilerine göre olsa da yanlıştır. Ama ben de birçok şeyi bilmiyorum, birçokları için yanlış yargılar veriyorum. Böyle yaşamasalar, bütün bütün açık davransalar ya, dav-ranamıyacaklar, kendilerinden şüpheleri olsa da, olmasa da bu böyle, büsbütün açık davranamayacaklar. Yalnız ne var; alışmak gerek, o kadar üzerinde durmamak. Bazı şeyler kazanmaya bakmak onlardan. Ama ben onlardan hiçbirşey almak istemiyorum. Benim için gerekli değil kâr etmek. Bütün bunları sana anlatıyorum, aldanıyorum, seni benim gibi sanıyorum. Değilsin. Maddeye dayanan bir toplumun insanısın, maddeye dayanan ahlâk mı olur? İyi niyet mi olur? Hoşgörürlük mü olur? Sen istemesen de onlardan birisin. Kötü de değilsin, iyisin, başka türlü iyisin, bunu sana nasıl anlatmalı? Çaresizsin, toplumun inançlarının kölesisin. Ben de kendimi bildiğimden beri onlara isyan ettim. Dünyanın eğlenceleri senden uzak. Niçin anlatıyorum bunları? Büsbütün anlattığım doğru değil, olayları anlatmıyorum çünkü. Konuşulmuş sözlerden hiçbirisi yok burda. Ama bağlantımızın acısını çekmiştim, senden kurtulmakla toplumdan kurtulmak istiyorum. Hiçbiri üzerime gelmesin, ne olursam olayım, mutlu olacağım. Yanılmam yalnızlığı ayırıp bir yana koymamdan geliyor. Bıkılmış bir yalnızlık, kurtulmak istemiştim. —Panayot'un meyhanesindeki günleri anıyorum. Büyük ağaçlara yakın bir pencere, çeşitli çılgınlıklar düşündürürdü. —Bütün bu yalnızlığı güzel yapamamışım. Ama nasıl yapardım? Çocuk sayılırdım daha. Sessiz, gizli. Yalnızlığın üstüne çıkmak, onu aşmak istemiştim. Bağlantı isteğim bundan. Artık anlıyorum, kişi için yalnızlıktan kurtuluş yok! Beraberliklerin, beraber olunduğu sanılan vakitlerin geçiciliğini öğrendim. Şimdi daha güvenliyim. —Ama aşk o kadar güzel ki! Aldatıcı bir oyun. Islak kaldırımlarda ayaklarının hafif, aldatıcı oyunu. (Seni gördüğüm zaman dünya benim olsun isterdim.) Yalanı, aldatıcı hayalleri bir yana bırakmalı. Bırakmalı mı? Bir şey yapmıyorum. Sen gittikten sonra hep Tepebaşı'ndaki o pastahane camının gerisinde oturuyorum, bir sürü hayal kuruyorum. —Ama nasıl, ne iyiydin.— Şimdi hiçbirşeyi düşünmek güzel şey. Sana mektup yazsaydım, sayfayı baştan sona hiçbirşey kelimesiyle dolduracaktım. Senden söz etmek bile gereksiz. Gittin, o kadar. Yalnız bir çizgi, eskimiş kâğıtlar masamın üstünde. 10 Mayıs Anmamla birlik, unutmak istedim. Günlük durumlara, yürümelere, oturmalara, konuşmalara karşılık yeniden asla varılıyor: bomboş bir yerinde kalış sarıyor kişiyi. Epeydir bir şey yapmamış gibiyim. Kendimi hiç unutamadım. Yalnızım, içimde yarattığım insanla beraberim. Çok kere içimdeki insanı istediğim gibi yaptım. Ama bazan kendi başına öylesine büyüdü, güçlendi ki. Beni umutsuz ettiği zamanlar oldu. Kendimden nefret ettirdi. Unutamadım onu. Almış başını büyüyen iki başlı bir varlık. Bir üçüncü kişiye yönelen dikkatim onu da unutmak istiyor. Çaresizim, isteklerimi yapamadım, onu da unutmalıyım. Burda iyice yalnız olmalıyım, kendimi yeniden kazanmalıyım. Sonunda yaşamalarda kendimi denediğim vakit, yalnız yaşamamda kazandıklarım sonuçlan olumlu yapmaya yetsin. Böyle söylerken ne kadar da yanılıyorum. Yaşamalarda, gerçekten yaşamalarda olumlu son yoktur. Kendinden, içindeki insandan kurtulunca kişi kime karşı sorumlu olur ki? Başarısının, başarısızlığının, iyiliğinin hesabını kime verir? Anlıyorum, başarı da, başarısızlık da, yalnız insana vergi. Çok defa yenemediğim bir sanı: başaramadığını sanarak üzülmek, içindeki hüznü büyümeğe bırakmak, hep onun üzülmeyi de, hüznü de sevmesi. Duvarın dibinde yürürken andım onu: iyicildi. Anmakla birlik unutmak istedim. Uzun yıllardır olaysız, tek-düze yaşıyordum. Yaşamam içinde bir başka olaysızlıktı o. Olaysızlıktı derken yanıltıyorum herkesi. Benim de yaşamam türlü olaylarla doludur. Başkaları oldukça hareketli bulabilirler bu yaşamayı. Ben olaylara bırakmadım kendimi. Hep, yaşamaya daha iyice hazır değilim diye düşündüm. Olayların ağırlığını, sürükleyiciliğini duymadım yaşamam boyunca, onlara bırakmadım kendimi. En hareketli durumların ortasındayken bile gene ayırdım olaylardan, bir «ben» le sımsıkı yapışıktım. Hep bir benle konuşup durmuştum. Sormuştum ikide bir; — şimdi ben neyim? ne oluyorum? aradığımı buldum mu? yaşamamı anlamlı yapabildim mi? ya ben, ya ben gerekli miyim? Duvarın dibinde yürürken andım onu. Bizim eve yakın. Bahçelik, güzel bir yer. Andığım bir kadındı. Gene de anıyorum. Güniz'lerdeydik. Misafir odasında beklettiler beni. Bomboştu oda. Gelmeleri önemli değil. Tablaya uzandım. Sigara içtim. Yavaş yavaş düşündüm «onu yaşamamdan çıkarmalıyım» diye. Şimdi değil, ama, umutsuz dakikalarım çok oldu: iyice yenilmişim, çok istemişim olmamış, ne kadar üzgünüm, yılgınım, ne kadar bedbahtım. Birden bir düşünceye sıçramak mümkün benim için. —Öyle sanıyorum.— Her şeyden bir anda vazgeçemez miyim? istemeyi, o genç insanlara mahsus, anlamsızlığa, dünyanın onlara göre olmayan düzenine başkaldırmayı, bir anda, bir yana bırakamaz mıyım? Yaşamak anlamsızdır. Sevgiyle, iyilikle, bir şey olacak diye bekleyerek, titizlenerek, kötülükten korkarak büyüttüğüm umutlarımın bir anda yıkıldığını, bu kaçıncı görüşüm. Biliyorum artık, anlamsızlığa başımızı vura vura yaşayacağımızı. Çünkü ne olduğumuzu bilmiyoruz? niçin varolduk? durmadan, dinlenmeden bu anlamsızlığı yaşasın diye mi? niçin beni buna mahkûm ettiler. Mahkûm ettiler, anlıyorum. Ben de, bu dünyaya atılmaya, acıyı, üzüntüyü, anlamsız sevinci yaşamaya, ama gene de anlamlı olsun diye çalışmaya, diretmeye mahkûmmuşum. Atılmış, mahkûm edilmiş. Üzerine sıcak öğle güneşi vurmuş eşyalarla birliğim şimdi. Onlar kadar boşum, anlamsızım. Mademki bu böyledir, bir de istiyerek mi acı çekeyim? Kazanmaların yaşamama anlam katacağını düşünerek mi? Kaç defa denedim? Artık ilgisizliğe doğru gidiyorum. Bundan böyle yaşamam anlamsız bir serüven oluyor. Akılla kullanılan bir serüven. Yaşamaya sabırsızlık duyduğum zamanlara dönmek isterdim. Ama kimbilir daha kaç defa aldanacağım: umud ederek bağlanacağım? Ama gene de soracağım kendime: kimim? ne yapıyorum? niçin yapıyorum? 13 Mayıs Bu kâğıtlara yazmak istediklerimi yazıyorum; daha doğrusu yazmam gerekeni. Kendimi sorumlu tutuyorum. Çoğunluğun düşüncelerinden, isteklerinden çoktan koptum. Bir çocuk sayılırdım daha; yaşamalarından, günlerini dolduran bana yabancı sevinçten kaçalı çok oluyor. (Ah, onlar çok mutsuzdur, çok.) Çoğunluk gibi düşünmüyorum, isteklerim de bir değil, onlar gibi yaşamıyorum. Doğru olanı kendimce arıyorum. Düşündüklerimle onların düşündükleri arasında hiçbir ilinti yok artık. Düşünceleri nasıl menfaatlerine bağlıysa, yaşamaları da kendilerinin değil. «Çoğunluğun diyeceğinden bize ne, mutlu Kriton? En akıllı insanlar, bu işin gerçekten böyle olup bittiğinden şüphe bile etmezler; biz de asıl onların ne diyeceğine bakmalıyız.» 27 Mayıs Yeni insan da eskisi gibi kötü olursa, hepimiz ne kadar suçluyuz. Herkes birbirini aldatmamanın sorumluluğunu duymakla yeni bir düzene gidilebilir. Burjuva insanı bu sorumluluğu duymamış. Onun için bu kadar bayağı, hesaplı, birbirinin kuyusunu kazıyor. İçten olmanın, kendini, insanları aldatmamanın gerekliliğini duyan yeni insanlar, birbirlerine hesaplı olmayan kapılarını açabilirler; o zaman insanca bir dünya kurmak mümkün olur belki. 10 Haziran Geçen günlerle onu unutuyorum. Kendimi düşünmeye de zaman ayırıyorum artık. Ardından gene büyük tedirginlikler gelebilir. Titreme nöbetleriyle yeniden sarsılabilirim. Ama güzel olanı yaşamak varken, kaçmamalıyım. 23 Haziran Çocukken burjuva çocuklarının günlük sevinçlerine, inatçı, yarışçı oyunlarına, salt aşılanmayı düşünen (ailelerinden gelme bir içgüdüyle) ilgilerine karışmamakla ne kadar iyi etmişim. (Hepsi böyle değildi biliyorum, ama çoğunlukla böyleydiler.) Bir çeşit yaşamaktan kaçıştı benimkisi; yalnız dünyamda düşünceliydim. Şimdi anlıyorum ki, o vakitten başlıyarak, ötekilerin düşüncelerinden ayrılmakla çok iyi etmişim. Kendime özgü neyim varsa bu çeşit «yaşamaktan kaçış»la kazanmışım. Önceleri bu bana acı veriyordu. Ama acının ne olduğunu bilmiyenler, büyük sevinci duyabilecekler mi? Öyle sanıyorum ki acıyla dolu bir yaşama, hiç düşünmeden geçmiş, kaygısız bir yaşamadan çok daha üstündür, hem daha da mutludur. Acının, üzüntünün ne olduğunu bilen için yaşamak ne güzeldir; acı bir başına nasıl güzeldir. Acı çekmiş kişi «canlı yaşamaya» merhametle, veya alayla, yahut çok başka bir gözle bakabilir: ‘bütün bu olayların nedeni ne’ diye. Acının ötesine geçerek, kendini aradan çıkarabilir. Başkalarının dünya başlarına yıkıldı sanarak telâşa kapılacakları olayları, sessizce karşılar. Çünkü yaşamayı biliyordur. Yaşadığını bilincinin en ıssız yerlerine kadar duya duya yaşar. Acı çekmiyen insan için dünyada kalıcı ne olabilir? kalıcı şeylerin ardına düşmez o. Kalmak, etkilemek onun işi değil. «Yaşamaktan kaçmakta» yaşamaya anlam katma isteği var bence. Öyle ya, yaşamak kolaydır, kendiliğinden, bayağıdır. Ömrü boyunca bu yoldan giden için ne büyük bir acı olabilir, ne büyük bir sevinç. Acı da sevinç de bir çeşit karşılaştırmayla ortaya çıkar çünkü. Bir şeylere bakıp yerinmek, ya da öğünmek mümkündür ancak. Ama yaşamanın tek yoluna girmiş insan için böylesine bir ölçü yok. Herşey onun üzerinden, saydam bir cisim üzerinden kayıp geçermiş gibi geçiyor. Hiç iz bırakmadan. Bir zaman yaşamadan, gündelik yaşamadan kaçmalıdır. Ancak ondan sonra gerçekten bilerek yaşamaya dört elle sarılınabilir. O zaman başka bir dünyanın savaşı yapılabilir. Beni yaşamaya iten sabırsızlıkları şimdi anlıyorum. 24 Haziran Anlaşılan aklıma takılan bu düşünceleri daha uzun boylu düşünüp duracağım. Kendimi belirlemek için gerekli bu. Kendimden kaçmak istemiyorum artık. Kendimden kaçtığım zaman yenildim, uzaklarda, bomboş, yabancısı olduğum yerlerde bozguna uğradım, kuşku karmaşasının içine düştüm, kendimden uzaklaşmış olmanın korkusunu duydum. Zamanın zalimcesine geçtiğini ve benim hiçbirşeyim olmadığını anladım. Yokluğa doğru gidiyorsunuz, üstelik hiçbirşeyiniz yok. Hiçbirşeysiz, tamamen yok olacaksınız. İnsanoğlu için en büyük korku yok olmak korkusudur. Bütün çılgınlıklarımızda ölümün gizliden egemen olduğunu ve bizi elinde bir oyuncak gibi kullandığını görmüyor musunuz? Bunaltı, Demir Özlü
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.