Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

1K Film Platformu Nisan Ayı: "Torino Atı"
Belasını Arayan Bela Tarr İzlesin* Bela Tarr’dan izlediğim birinci ve dördüncü film oldu “Torino Atı”. Onunla “Torino Atı” filmiyle tanışmıştım, etkinlik vesilesiyle filmi yeniden izledim (o yüzden hem birinci hem dördüncü) ama nasıl izledim: Bazen x2 hızda, bazen x1.5 hızda. İzlenmeyi bekleyen binlerce film varken aynı filmi iki defa izlemek âdetim değildir ama etkinlik uğruna çattık bir “Bela”ya. Filmimizin bazı belirgin özelliklerinden bahsedelim: Siyah-beyaz. Az konuşmalı. Güzel çekimler ve fotoğraflar barındırıyor. Uzun ve kendini sürekli tekrar eden planların kullanıldığı; hemen hemen tek mekânda ve iki oyuncuyla çekilmiş; büyük sorular sorup az yanıtlayan; topu seyirciye atan bir film diyebiliriz “Torino Atı” için. Filmin müziği için bir eleştirim olacak. Müzik için değil aslında, müzik gayet iyi. Müzik kullanımı için. Müziğin girdiği yerlerde belli bir sistematik işledi mi emin değilim. Sanki rastgele, belli yerlere aynı müzik koyulmuş. Bu film için “sıpoylır” değeri olan bir şey olduğunu düşünmüyorum ama yine de bundan sonra yazacaklarım doğrudan içerikle ilgili olacak. Filmi izlemeyenler yazının devamından imtina edebilir. Filmimiz, yer yer sesiyle filmde var olan anlatıcının Niçe’ye dair o çok bilinen hikâyeyi anlatmasıyla başlıyor, hemen ardından da Mihaly Vig’in o gergin müziği eşliğinde filmin asıl adamını ve asıl atı görüyoruz. İki sahne ardışık olunca da “O at, bu at mı? O arabacı, bu arabacı mı?” diye düşünüyor insan. Ki biraz ileride arabacının sağ elinin sakat olduğunu görüyoruz. Bunu yönetmenin arabacıyı bir türlü cezalandırması olarak düşündüm. Birisi gelse dese: “Filmde ne oluyor?” Cevap vermesi kolay: Kırsalda kızıyla oldukça kısıtlı bir hayat süren bir arabacı var. Her öğünde bir haşlanmış patates yiyen bu ailenin birbirini büyük oranda tekrar eden altı günü anlatılıyor. Ağaç kurtlarının koyverdiği, atın kendini salıverdiği, Güneş’in kendini Dünya’dan esirgediği, suyun kuyulardan kaçıverdiği bir altı gün… Yönetmen, baba-kızın sade hayatı üzerinden dünyanın sonunu anlatıyor. Ve bu anlatıyı kademeli olarak altı güne yayıyor. İlk gün her şey normalken; son gün kör karanlıkta adam, çiğ patatesi yemeye çalışıyor ancak kızı sonu kabullenmiş şekilde tamamen tepkisiz ve donuk. “Melancholia”daki Kirsten Dunst gibi. Sonlara dair bir film "Torino Atı". Bela Tarr yönetmen olarak son filmini yapıyor; başlangıçta Niçe'nin sonunun başlangıcı anlatılıyor; film de başlı başına dünyanın sonunu anlatıyor. Film repertuvarının henüz pek geniş olmadığını düşünen, genellikle ana akım sinema ürünleriyle beslenen ve bir yönetmenin klasik anlatı kurallarına sadık bir şekilde “oturaklı” bir kurgu çıkarması gerektiğini düşünen izleyiciler için biraz sıra dışı bir deneyim olacaktır “Torino Atı”. Bu film ve Bela Tarr’ın diğer filmleri için “Açayım da bir film izleyeyim”lik film diyemeyiz. O beklentiyi muhtemelen karşılamayacak bir film. Hamiş: Arkadaş, o patatesin soğumasını bir bekleseydiniz yahu. *Çarpıcı bir isim olsun istedim sadece, duygularım o kadar yoğun değil.
··
16 görüntüleme
Serkan Mutlu okurunun profil resmi
Müzik kullanımı hiç olmasa daha iyi olurdu. Çünkü fırtınanın diğer nesnelerin çıkardığı sesler yeteri kadar karamsarlık ve umutsuzluk yaratıyor. 3-5 notadan oluşan sürekli tekrarlanan müziğin bir amacı var mı ben de bilmiyorum. Melankoli ile benzerliğini hatırlatman iyi oldu. İki filmin de son kısmı çok benzer. Kaçmaya çalışıp geri dönüp sonu bekleyen insanlar.
Hüseyin T. okurunun profil resmi
Atla arabacının olduğu giriş sahnesinde çok etkiliydi aslında ama sonrasında anlamsızlaştı.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.