Okurken dünyayı etkileyen düşünceleri bir film şeridi gibi izliyormuş izlenimine kapıldım. :) İncelemende de değindiğin gibi; sınavlardan, derslerden, bekleyen atamalardan, gelecek kaygısından, iş, evlilik, çoluk çocuk derdinden kısacası günlük hayatın koşuşturmacasından biz nereden geldik, varoluş amacımız var mı, ölünce ne olacak, varlık var mıdır yok mudur gibi aslında hayatta yapılması bence en mühim olan şeyi; yani merak edip onu tatmin etmek adına soru sormayı unutuyoruz... Fakat kendi adıma konuşacak olursam, ben de bu soruların kesin bir cevabı olmamasından ürktüğüm için pek takılmamaya çalışıyorum ama tabiki birkaç saniye sonra geçiyor. Kültürümüzde fazla meraka iyi bakılmasa ve hakkında pek hoş olmayan sözler söylense de (felsefenin en temel duygusu hakkında böyle sözlerimiz olduğundan neden zihinsel alanlarda gelişmediğimize şaşmamak gerek) en hayati duygularımızdan biridir. Fakat ne gariptir ki, asla ve asla tatmin olmayan ve konuştukça içimizi yiyen bir canavar gibidir. Ben felsefeyle ilgili bir şeyler okurken veya izlerken kendimi ilkel atalarımız gibi ortalıkta kalakalmış ve boşlukta hissediyorum. Sanırım bu da sorulara verilen cevapların bolluğundan dolayısıyla da insanların birbirilerinden çok farklı yaratıklar olmasından kaynaklanıyor. Kesin, net bir cevap yok, bu da belirsizliklerden her zaman korkan biz insanları oldukça ürkütüyor. Fazla uzatmayayım, konu ne de olsa felsefe ve asla sonlanmayacak bir alan. Son olarak, geçmişten günümüze felsefenin gelişimini çok güzel bir şekilde özetlemişsin. Daha yeni başlayanlar için çok faydalı olmuş. Ellerine sağlık ;)