Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

152 syf.
9/10 puan verdi
Bilgi bir başkasına aktarılabilir, bilgelik ise asla...
İnsan kolay bir yaşam sürmede neden bu kadar beceriksizdir? Belki de doğa ve tüm varlıklar tüm diriliği ve canlılığı ile karşımızda dururken, bizler var olduğumuzla değil sadece sahip olduğumuzla tanımlandığımız bir çağda popüler bir arayışın peşine düştüğümüzden gözümüzün önündeki şeyleri görmüyoruz Siddharta’nın da dediği gibi. “Aramak bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak,hiçbir amacı olmamak...” Bu güzel hint masalı,bir arayışın öyküsü olmaktan ziyade “anlam”a daha yakındır kanımca. “Bilinmesi gereken şeyleri insanın kendisi tatması lazımdır” gibi aslında basit bir ifadeyle kafasındaki soru işaretlerine anlam bulmak için yola çıkan soylu Brahman oğlu Siddharta’nın yolculuğu babasından aldığı zoraki izin ve arkadaşı Govinda ile başlıyor. Yıllarca samanaların yanında azla yetinmeyi,sabretmeyi, oruç tutmayı, acılara dayanabilmeyi öğrenerek bu uğurda kendini geliştiren Siddharta ne yazıkki bir uyanış ile, kurtulmak istediği “ben” den kurtulamadığını fark ediyor. Dünyevi zevklerden ve doğadan ve sevgiden kendisini uzak tutarak kendisini parçalara ayırıp, yıkıntıların ardından bir giz aramaya kalkışmak gibi bir şey bu. Yanılsama dediği bu dünyadan kendisini soyutladığında ya da nesnelerin ardında görünmeyen şeyleri aradığında aslında gerçek olan kendi gözü ve dilini değersiz nesneler sandığını, asıl yanılgının bu olduğunu fark ediyor. Çünkü çektiği bunca acıya rağmen dünyada hala kendisi kadar yani “ben” i kadar az bildiği başka hiçbir şey yok! Bir süre sonra Nirvanaya ulaştığı konuşulan ulu bir zat Buddha Gotoma ile karşılaşıyor, onu kusursuz buluyor. Arkadaşı ile ulaşmak istedikleri şey bu, fakat eksik bir şey var onu bu öğretinin boyunduruğu altına sokmayan. “Bilgi, bir başkasına aktarılabilir;bilgelikse asla...” Pekçok keşiş ve arkadaşı Govinda bile bu öğretiden etkilenerek Gotoma’nın bilgeliğine sığınmışlardı. Tıpkı bizlerin sorgulamadan bir öğretiye sığınmamız gibi...Ama Siddharta bu gizi bu yolculukta,kendi iç sesini dinleyerek kendisi bulmaya seçti ve yoluna devam etti. Bu bölümde aslında öyküde geçen ırmağın tıpkı üzerindeki kayıkçı gibi yaşamdaki doğal akışı, ırmağın bir tarafının nefsin köreltmeye çalışıldığı münzevi yaşamı, diğer tarafının ise kadın,para,şöhret gibi dünyevi yaşamı simgelediğini belirtmek de fayda var. Kayıkçının unutamayacağı iyiliği ile birlikte artık karşı kıyıya geçen Siddharta burada içinden gelen sesi dinleyerek, haz ve zevk duygularının ağır bastığının farkına varıyor. Bu durum yine farklı bir uyanış onun için. Karşısına çıkan güzel Kamala ile birlikte yaşadığı tutku,şevk ve ona ulaşmak uğruna içine düştüğü ticaret, kumar ve para oyunları gençlik yıllarında Samanaların yanında öğrendiği bütün münzevi ruhunu ona unutturuyor. Burada yine bir ikilem bir bocalama evresi var kahramanın. Tüm bunları yaşarken aslında tüm bunların “çocuk insanlar”ın bir “oyun” alanı olduğunun bilincinde. Belki de gerçekten mutlu gördüğü ve hayata anlam katarak yaşayan bu çocuk insanlara içten içe özeniyor Siddharta. Bu nokta bence çok önemli. Dünyevi hayatın akışına kapılanların basit gibi görünen dertleri,tasaları,tepkileri, küçük zevkleri hatta yetinmezlik duyguları aslında onların hayattaki tutamakları. Bu noktada Atılgan’ın “tutamak sorunu”na da atıf göndermeden geçemeyeceğim. Ne onların dünyasına tam anlamıyla girebiliyor ne de çıkabiliyor. “Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın kendin içindeyken,kafan dışındaysa?” gibi bir item bu. Nihayet yeni bir uyanış daha yaşayan kahramanımız tüm bu yaşantısından tiksinti duyarak, arafı simgeleyen ırmağın yanında sadece suyun sesini dinleyerek bir anlam daha çıkarıyor yaşadıklarından...Samana ruhundan kurtulması için tüm bunların olması gerektiği...Aslında yine her şey olması gerektiği için olmuş; daha önce oruç tutan,düşünmesini ve beklemesini bilen Siddharta’yı öldürdüğü gibi bu kez içindeki açgözlü Siddharta’yı da öldürmüş, yeni birisi olarak uykudan gözlerini açmıştı. Kayıkçı ile dost olarak onun yanında kalmayı seçen kahramanımız, her şeyin baştan beri tıpkı ırmak gibi doğal bir düzen ve akış içerisinde olduğunu, artık kayığı ile taşıdığı tüm o “çocuk insanlar”ın ona eskisi gibi yabancı gelmediğini, onları anlayabildiğini, düşünce ve mantıkla değil, içgüdüleriyle yöneltilen yaşamlarını paylaşma eğiliminde ve artık kendisini onlardan biri gibi olduğunu hissediyordu. “Bir annenin çocuğuna karşı duyduğu kör sevgi, bir babanın biricik oğulcuğuyla körü körüne ve aptalca gururlanışı, genç bir kadının ziynet eşyalarına tutkunluğu gibi bütün bu basit fakat güçlü bir dirimsellik içeren duygular, Siddharta için çocukluk olmaktan çıkmıştır artık...İnsanların bu duygular ve istekler için yaşadığını, onların uğrunda işler başardığını,gezilere çıktığını,savaşlar yaptığını...görüyordu. Eylemlerinin her birinde yaşamı görüyordu.” Tek bir şeyden yoksundular yalnızca o da bilinç. Onun bu düşünceleri tıpkı Buddha gibi tam bir uyanıştır aslında. Bu giz ve bilinç “her an yaşamın ortasında birlik düşüncesini düşünebilme,onu hissedebilme ve nefesle içine çekebilme konusunda ruhta her an var olan eğilimden başka bir şey değildi.” Uyum, akış, dünyanın ezeli ve ebedi mükemmelliğinin bilinci, her şey dönüp gelir felsefesi... Çocukluğundan başlayarak arayan ve yaşlanan Siddharta, aslında her insanoğlunun yaş aldıkça hayatta en geç keşfettiği şey olan şimdiki zamanının farkına varmasını, yaşlılık tecrübesiyle birlikte sona erdirmiş oluyor. Ve sonuna kadar çekilmemiş ve çözümlenmemiş çileler dönüp geliyor, yine aynı çileler çekiliyor. Tıpkı yıllar sonra kavuştuğu Kamala’dan olan oğlunun, farklı bir arayış için yıllar önce kendisinin babasını terk edip gitmesi gibi... Nihayet babası ve arkadaşı Govinda ile başlayan yolculuğu yine Govinda ile karşılaşmasıyla son buluyor. Ve bence aralarında geçen en etkileyici konuşma şu oluyor: - Senin nesneler dediğin şey, gerçeklik taşıyor mu, bir varlık sahibi mi? Bir göz boyaması, yalnızca bir hayal, bir görünüş değil mi? - Bunu da çok önemsemiyorum artık diye cevapladı Siddharta. Nesneler bir hayal olsun ya da olmasın farketmez, ben de nihayet bir hayal sayılırım ve böyle bir durumda ben nasılsam nesneler de öyle demektir.... Ama benim için tek önemli şey, dünyayı sevebilmektir;onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona kendime ve tüm varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve huşuyla bakabilmektir.” Son olarak bu öyküde beni düşündüren o kadar fazla şey oldu ki, fakat yeter daha fazla konuşmayayım. Tıpkı Siddharta’nın dediği gibi “Sözcükler gizli saklı anlamı zedeliyor, dile getirilen her şey o an değişiyor biraz, başkalarında aptalca niteliğe bürünüyor.”
Siddhartha
SiddharthaHermann Hesse · Can Yayınları · 202037,9bin okunma
·
30 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.