Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Yetişkin dünyasında karşılıklı etkileşim halinde olan erkek ve kadınları -işte, ilişkiler ve evlilikte, ama doğruya doğru, esas olarak barlarda- izlemeye başlayınca, Tanrıça Greer de dahil birçok insanın inandığı gibi, erkeklerin kadmlardan gizliden gizliye nefret ettiğine inanmaz oldum. Erkeklerin kadınlardan nefret ettiğine, çünkü penis ve testosteronla ilgili bir şeyin vajina ve östrojene savaş açmak istediğine inanmamaya başladım. Hayır. Zamanımın yarışım sarhoş geçirsem ve genellikle teknik olarak kör sayılmamı gerektirecek kadar gözkalemi çeksem de durumu hiç de erkek kadma karşı olarak görmüyorum. Bunun yerine benim gördüğüm kazanan kaybedene karşı durumu. Cinsiyetçilik büyük ölçüde bizi, kaybedenler olarak görmeye alışmış erkeklerden kaynaklanır. İşte, sorun bu. Kötü bir konumdayız. Erkekler, bizleri İkinciler ya da baştan diskalifiye edilenler olarak görmeye alışık. Feminizm öncesi doğan erkeklerin yetiştirildiği zemin budur: İkinci sımf vatandaş olan anneler, evlendirilmesi gereken kız kardeşler, sekreterlik okuluna gidecek, ardından da ev kadını olacak kız arkadaşlar. Devreden çıkarılmış kadmlar. Kaybolmuş kadınlar. Bu adamlar büyük şirketlerimizin üst düzey yöneticileri, borsanın büyük adamları, hükümet danışmanları. Çalışma saatlerini ve doğum iznini, ekonomik öncelikleri ve toplumsal kuralları onlar belirliyor. Tabii ki eşitlik hissi taşımıyorlar; cinsiyetçilik muhallebiye, popo şaplağma ve gol-fe duydukları sevgiyle birlikte, kuşaklarına da kök salmış. Otomatik tepkileri kadmı "öteki" olarak görmek. Çalışan, özgürleşmiş kadına duyulan yerleşik önyargı, ancak onlar öldüğünde bitecektir.
·
9 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.