Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

"PROF. MUSTAFA ÖZTÜRKÜN TÜM SAPIK GÖRÜŞLERİ..."
Medya Şarlatanının tüm sapık görüşlerini derledim. Buyurun okuyun. Heyy! Fatih Altaylı. Sen de oku. Öyle Ahfeşin keçisi gibi her söylenene kafa sallama bir dahaki programda. PROF. MUSTAFA ÖZTÜRKÜN TÜM SAPIK GÖRÜŞLERİ. Küfür cephesinin müseccel yobazlarından şu kadar yıl sonra bir ilahiyat hocası Allah’ın, Kitabında defalarca hakikat olduklarını beyan ettiği(Kehf:13) en güzel dediği(Yusuf:3), müminleri ibret almaya çağırdığı, uydurma olmadığını tasrih ettiği (Yusuf: 111) Kur’an kıssalarına “masal” isnadında bulunuyor. Evet Öztürk aynen şunları söylüyor: “Bizce bu noktada yapılacak en büyük yanlış, Kur’an kıssalarının tümünü birer tarihi hakikat olarak …. mütalaa etmektir.” (Öztürk, Kıssaların Dili, Ankara Okulu Yayınları, 2010, 99). Ne gariptir ki bu hezeyanları Mekke müşrikleri ya da oryantalistler değil bir ilahiyat hocası söylüyor. Bu ilahiyatçıya göre Kur’an-ı Kerim’deki kıssaların gerçekte yaşanmış olaylar olduğuna inanmak yani Mekke müşriklerinin “öncekilerin masalları” şeklindeki hezeyanını reddetmek, “Dogmatiklik, eğer değilse safdilliktir.” (Öztürk, a.g.e., 98). Aldığı maaş gereği Kur’an-ı Kerim’i anlatmakla mükellef olan birinin oryantalistlerin cephesinden Mekke müşriklerinin ağzıyla Kur’an’a saldırması bu yönüyle ilktir. Bu ilk olma şerefi de (!) Öztürk’e aittir. Mustafa Öztürk’ün, “Kitabiyât” yayın kuruluşu tarafından yayınlanan “KURAN DİLİ VE RETORİĞİ” adlı kitabında yer verdiği fikirlerinden birkaç örnek özetle şöyledir: a) “Kur’an, karmakarışık, usandıracak derecede düzensiz, anlaşılmaz, bitmez tükenmez tekrarlar, insanın nefesini kesen pasajlar ve anlaşılmaz ifadelerle Kısacası Kur’an, kahrı çekilmez saçmalıklarla doludur.” (s. 24, 25). Thomas Carlyle’den naklen verilen bu cümleyi yazar, şöyle özetliyor: “Kur’an’daki tekrarlar, yazılı bir metni okunamaz hale getiren bir eksiklik, kusur ve ifade zafiyetidir.” (s. 25). Yazar, şarkiyatçı gâvurun bu iddiasına İslam âlimleri tarafından verilen cevabı küçümseyerek, bu cevapların savunmacı tutumdan ve Kur’an’ı her türlü kusurdan tenzih etme gayretinden kaynaklandığını söylemektedir (s. 25, 26). Yazar, İslam âlimlerinin bu savunmalarının, “Kur’an’ın yazılı bir metin olarak algılama yanılgısına dayandığını” iddia etmektedir (s. 26). Yazar’a göre Kur’an, yazılı bir metin değildir; zira, yazılı bir metin edebi olur, edebi metinde tekrarlar olmaz; halbuki Kur’an’da tekrarlar vardır. Kur’an, bilinen anlamda bir kitap değil, sözdür (!); ilk muhataplara şifahi olarak aktarılmıştır (!) (s. 17-19, 27, 173-175). b) Yazar Mustafa Öztürk, yukarıda verilen sayfalarda Thomas Carlyle gâvurununKur’an aleyhine iftiralarını eleştirmek şöyle dursun, İslam âlimlerinin bu gâvurluğa olan eleştirilerini de bertaraf etmeye çalıştıktan sonrasözü şöyle noktalamaktadır: “Bu noktada bir kez daha altını çizerek ifade etmek isteriz ki, farklı zaman ve mekânlarda, farklı hadiseler üzerine nazil olmuş vahiy birimlerini iç bütünlüğe sahip (mütecanis) yazılı bir metin olduğu kabulüyle okumak, son derece yanlış bir okumadır. Zira, biz bu kabulden hareketle Kur’an’ı salt yazılı bir metin olarak okuduğumuzda, Ömer Özsoy’un da ifade ettiği gibi, çifte standartlara yaslanmadıkça, şöyle bir manzarayla karşılaşmaktayız: Kur’an’da birbiriyle çelişik gözüken ifadeler vardır. Kur’an metninin kompozisyonunda belli bir mantık yakalamak mümkün değildir. Çünkü Kur’an ne kronolojik bir tertiptir, ne konulara göre (tematik) bir tertiptir, ne de sistematik bir tertiptir. Buna bağlı olarak Kur’an iç bütünlüğe sahip olmaktan da uzaktır. Sure içi bütünlük yoktur. Mevcut formun en küçük birimleri olan ayetler bile her zaman gerçek bir bütünlüğe tekabül etmemektedir. … Bu özellikler yazılı bir metin için kusur kabul edilebilecek niteliklerdir. 3) “KISSALARIN DİLİ” KİTABI Ankara Okulu tarafından 2016 yılında Türkiye Diyanet Vakfı Matbaası’ında bastırılan, Mustafa Öztürk’e ait “Kıssaların Dili” adlı kitapta yer alan bazı sakat görüşler özetle şöyledir: Sayfa 73’te: “Muhammed daha çok “Eski Ahid” kıssalarına başvurmuş ve onları nesilden nesle tekrar eden bir azap modeli olarak kullanmıştır.” (Yâni, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e Kur’an’da anlatılan kıssalar Allah tarafından bildirilmemiş, Peygamber (s.a.v.) kendisi Eski Ahid’den aktarmış hâşâ!). b) Sayfa 73’te: “Kur’ânî anlatımdan edebi açıdan bir şey ummak zâiddir. … Muhammed, Kitab-ı Mukaddes’teki malzemeyi iktibas ederken, eski ahit yazarlarının (Chronisten) edebi hikâyeciliğiyle rekabet etmek gibi bir amaç taşımıyordu…” Görüldüğü gibi ifadede, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, açıkça, Kitab-ı Mukaddes’ten iktibas yaptığı ileri sürülüyor. Bu durum, Kur’an’ın, Allah tarafından vahyedilmediği, hâşâ Peygamber (s.a.v.)’in, Kur’an’ı oradan buradan aktardığı ve Allah adına Kur’an’ı uydurduğu anlamına gelir(!). Halbuki Ayeti Kerime’de, “Şayet o Peygamber, bizim aleyhimize bir söz uydursaydı, onu sağ elimiz (gücümüz)le yakalar şah damarını koparırdık” buyurulmaktadır (Hâkka, 69/46). c)Sayfa 74’te: “Kuran’daki kıssalar, tarihi gerçekle bire-bir örtüşmez. Buna itiraz eder de, bire bir örtüşür derseniz, o zaman, ‘geçmişte öyle de şimdi niye böyle’ sorunu ortaya çıkar. İlahi iradeye zorunluluk atfetmek imkânsızdır. Allah’ın hesap sisteminde 2+2 her zaman 4 etmez. Oysa Allah kendisini mutlak hâkim olarak nitelendirmektedir…” Bu ifadelerden anlaşılan, Kur’an’da anlatılan her şeyin doğru olmadığıdır, hâşâ! Halbuki Kur’an ilk başında, “bu kitapta en ufak bir şüphe yoktur, muttakilere yol gösterici olarak (indirilmiştir), buyurulur (Bakara, 2/2). Pek çok ayette de Kur’an’ın, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e, Allah tarafından indirildiği açıkça ifade edilmiştir. O zaman, hâşâ Allah yalan söylüyor da asrın oryantalistleri mi doğru söylüyor acaba?!..) Şimdi siz nübüvveti Kur ‘an’dan hareketle ispattan söz ediyorsunuz. Ama bu ispat tarzı bana çok problemli görünüyor. Çünkü burada siz bir şeyi yine kendisinden hareketle ispatlamaya çalışıyorsunuz ve böylece mantık açısından “müsadere ale’l-matlub” ya da “safsata” diye ifade edilen çok sıkıntılı bir durumla karşılaşıyorsunuz. Sanki “Hz. Peygamber’in nebi ve rasul olduğunu Kur’an ispatlıyor” diyorsunuz ve peşinden de “Kur’an, Allah’ın kelamıdır” diye ekliyorsunuz. Peki, şimdi sorarım size, Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu nereden öğrendiniz? Yahut Kur’an’a ilk olarak nasıl ulaştınız, onu nereden aldınız? On beş asır öncesinde Hicaz bölgesinde, Hira dağındaki bir mağarada Muhammed b. Abdullah isimli kişiye, yani Peygamber Efendimiz’e geldiğine inandığımız ve itimat ettiğimiz bir haberle Kur’an’ın Kur’an olduğuna vakıf olduk değil mi? Peki, Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy aldığına bizzat şahit olduk mu? Cibril’le karşılaşıp konuştuk mu? Hayır! Aksine Hz. Peygamber yaşadığı vahiy tecrübesini ilk olarak eşi Hz. Hatice’ye anlattı. Hz. Hatice buna inandı, derken haber yayıldı ve nihayet on beş asır sonra bugün burada Hira’da yaşanan o hadisenin mütevatir haber haline gelmesi sonucunda Kur’an, vahiy, mucize ve nübüvvet gibi meseleleri tartışıyoruz. Şu halde, Hz. Peygamber’in kendi kendine, “Ben rasulüm, bu da Allah’ın kelamı olan Kur’an” demesinin nasıl ispatlanacağı meselesini hiç dikkate almadan, Hz. Peygamber’in bu beyanının ilk olarak peşin iman ve itimattan başka bir yolla doğrulanması imkanının bulunmadığını akılda tutmadan, sanki Kur’an bize bizzat Allah tarafından gönderilmişçesine, âyetler üzerinden nübüvveti ispata çalışmak ne kadar tutarlı bir yaklaşım olabilir? Kur’an’ın Allah kelâmı olduğunu kabul, öncelikle ve özellikle Hz. Peygamber’in gerçek nebi ve resul olduğuna itimattan geçer. Bu yüzden de Hz. Peygamber’e bigane kalan ve onu dışarıda tutmaya çalışan, buna mukabil sürekli olarak “Varsa yoksa Kur’an” deyip onu ön plana çıkaran yaklaşımı hem tutarsız, hem de gayr-ı ciddi bulduğumu söylemek zorundayım.” (Mustafa Öztürk, “Hz. Peygamber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı”, sayfa, 215, 216). 4) “HZ. PEYGAMBER VE VAHİY” BAŞLIKLI SUNUMU Mustafa Öztürk’ün, 17-19 Ekim 2014 tarihlerinde Gaziantep Üniversitesi’nde düzenlenen “Hz. Peygamber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı” konulu çalıştaydaki “Hz. Peygamber ve Vahiy” başlıklı konuşmasında; Mustafa Öztürk, bizim, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber (s.a.v.)’in söylemi aracılığıyla, Kur’an’ın Allah kelamı olduğuna, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in de Allah’ın peygamberi olduğuna inanmamızın mümkün olamayacağını (!) ifade etmektedir. Bu saçmalıktaki gerekçesi, Cebrail’in vahiy getirmesine şahit olmayışımız gerçeğiymiş (!). Bu bağlamda, gerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in, “ben Allah’ın peygamberiyim, bana vahiy geliyor” beyanının, gerekse Cebrail’in ona vahiy getirdiği iddiasının ve dolayasıyla, Kuran’ın Allah kelamı olduğu hususunun ispatlanamayacağını ifade etmektedir. Bu sözlerinin arkasından ise Öztürk, kendisinin, bu vasıta ile değil, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yalan söylediğinin görülmemesi dolayısıyla, güven yoluyla Hz. Peygamber’in hayat tecrübesine itimat edip iman ettiğini söylemektedir. (Mustafa Öztürk, “Hz. Peygamber ve Vahiy”, Hz. Peygamber’in Nübüvvetinin Süresi ve Kapsamı, s. 215, 216). DERLEME. 18.01.2019. AHMET MEHMETALİOĞLU HAVRAN MÜFTÜSÜ.
··
35 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.