Gönderi

Celal Bayar
“Aziz Refikam, Geçen gün yazdığım mektuba ektir. Sizden yılbaşı için bazı kimselere yılbaşı hediyesi istemiştim. Hediye verilecek bir hayli kimse varsa da bunların bir kısmını önümüzdeki bayrama bırakmak istiyorum. Evvelce yazdığım üç zattan başka karı koca eczacılar vardır. Buraya geldiğiniz günden beri bizimle alakadar olurlar; ilaç vesaire taşırlar. Mukabilinde bir şey almazlar. Bir de bana pastacı bey her gün hususi ekmek imal edip göndermektedir. Bu da karşılığını kabul etmiyor. Şu halde bu üç zata münasip yılbaşı hediyesi vermek istiyorum. Siz, bu üçü beşe altıya çıkarırsanız ayrıca memnun olurum. Herkese selamlar, hasretle sizi bekliyorum. Gözlerinizden öperim.” Mektup Kayseri Cezaevinden yazılmıştı ve 22.12.1962 tarihini taşıyordu. Celal Bayar’ın eşi Reşide Hanım, mektubu aldıktan 1 gün sonra biletini almış ve trenle yola çıkmıştı. Eşinin sipariş ettiği hediyeler belki de bavulunun içindeki en değerli paketleriydi. Kandil gecesi olduğu için Kuran’ı Kerim’ini de yanına almıştı. Açıp okumaya başladı. Yorgun ve kalbinden rahatsızdı. Çünkü o ömrünü ülkesinin bağımsızlığına adamış bir siyasetçinin eşiydi. Onun bu uğurda çektiği acıları, yaşadığı üzüntüleri yalnız kaldıklarında paylaştığı tek kişiydi ve bu değerli adam şimdi demir parmaklıklar ardındaydı. Yıllarca bayrağı için verdiği savaşı, şimdi özgürlüğü ve hastalığı için veriyordu. Kalbinin sıkıştığını hissetti. Nefes alamıyordu. Tren Kayseri’ye her dakika biraz daha yaklaşıyordu ama Reşide Hanım güneşin doğuşu ile birlikte trenin gara girişini göremeyecekti. Elinde Kuran’ı Kerim’i ile kapanan gözleri bir daha açılmamak üzere kapanıyordu. Yorgun kalbi dayanamamıştı. Hangi açıdan bakarsanız bakın acıların en büyüğünü aile o gün yaşamıştır. Demir parmaklıklar ardında eşinin gelmesini beklerken ölüm haberini alan Celal Bayar’ın acısı mı büyüktür, babasının özgürlüğü için Ankara-Kayseri arasında mekik dokuyan kızı Nilüfer Hanım’ın mı? Cumhuriyet’in kazanılmasında büyük çaba vermiş bu asırlık çınarın hizmetleri karşısında o ve ailesi bu acıları yaşamayı hak etmiş miydi? Bursa’nın köylerinden Umurbey’de müftü Abdullah Fehmi Efendinin oğlu olarak 15 Mayıs 1883’te dünyaya gelmişti. Bursa İpek Meslek Okulunun ardından College Français de Assomption’u bitirmiş ve Gemlik Reji İdaresi, Ziraat Bankası ve Deutsce Orient Bank’ta da görev yaptığı kurumlar olmuştu. Sonrasında “büyük zafer” olarak tarihe geçen 30 Ağustos ve öncesinde verilen mücadelede istiklali bu millete armağan edenler arasında yer alacaktı. İttihat ve Terakki’ye katıldığı yıl 1907’dir. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Bursa katib-i mesulü olmuştu. Cemiyetin Anadolu’da teşkilatlanması için çalışmaların yapıldığı bu dönemlere bir de karar alınacaktı. Aykırı hareketlerin önlenmesi için tedbir olarak önemli merkezlere güvenilir ve namuslu Katib-i Mesul unvanı verilen bir temsilci atamak... Mithat Şükrü Bleda Bursa’ya kaplıcalara gitmiştir. Otelin bahçesinde dinlenirken personel gelir ve bir gencin kendisini görmek istediğini söyler. Gelen genç kendini tanıtır: ‘Efendim, ben Bursa’da cemiyetin azasıyım. Sizin burada olduğunuzu haber aldım ve ziyaretinize geldim. Adın Mahmut Celal...’ Bleda uzun saatler konuştuğu ve ağırbaşlılığı ve kültüründen etkilendiği bu gencin aradıkları kişi olduğu kararına varacak ve Celal Bey’i İzmir’e Katib-i Mesul olarak gönderecekti. Bu görevi sırasında İzmir’in sevilen kişileri arasında yer almıştı. Yıllar sonra Celal Bayar’ın başbakanlığa getirildiği dönemde Mithat Şükrü Bleda da Sivas milletvekiliydi. İlk hükümet programını bildiren konuşmasının ardından kürsüden inmiş ve yerine giderken Bleda’nın önünde durup kulağına şu sözleri fısıldamıştı: “Talebenizi beğendiniz mi efendim?” Hükümet tarafından ilk dikkate alınması Muhtar Paşa Kabinesi iktidarında olmuştu. Ülkede sıkıyönetim vardı ve siyasi tevkiflerle Bekirağa Bölüğüne hapsedilenlerin sayısı hızla artmaya başlamıştı. Siyasi kulüplerin kapatılması, cemiyet mensuplarının evlerinin basılması da ardından gelecekti. Celal Bayar bu siyasi gelişmelerin yaşandığı günlerde Deutsce Orient Bank’ta memurdu. Aynı zamanda İttihat ve Terakki Cemiyeti Bursa delegesiydi ve onun peşinde de hafiyelerin bulunması kaçınılmazdı. Bir mesai bitiminde yanına gelip kendilerini tanıtmışlar, Bayar’ın evinin ilk aranması da o gün olmuştu: “Beni hapis edeceklerini sanmıştım. Arkadaşlarıma veda etmek istedim. Mrs. Hendell gitmememi, bankanın Alman bayrağı altında olduğunu ve Türk polisinin giremeyeceğini söyledi. Bu söz bana çok ağır geldi. Polislerle bankadan ayrıldım. Yolda nereye gittiğimizi sorduğumda evinize dediler. Namazgah mahallesinde oturduğumuz evi arayacaklarmış. Evdekiler gelenleri içeri sokmamışlar. Eşim, ya benim hazır bulunmamı, ya da kendisine eve girmek için mahkeme kararı gösterilmesini istemiş. Mahalleye geldiğim zaman evimin polis ve süngülü jandarma kuvvetleri ile çevrilmiş olduğunu gördüm. Kapı da açıktı. Meğer kurnazlık etmişler, eşime istediğiniz kararı getirdik demişler. Onlarda kararı almak için kapıyı aralayınca birisi kuvvetle ayağını sokmuş, hep beraber kapıyı zorlayarak içeri girmişler. Gördüm ki evin içi de dolu. Her oda kapısı önünde süngülüler bulunuyor. Eşyalarımız darmadağın edilmiş. Zararlı evrak kendi deyimleri ile ihtilal planı arıyorlardı.” Bu ilk ve tek olarak kalmayacak, Reşide Hanım evinin basılmasını daha sonraki günlerde de yaşayacaktı. 4 Şubat 1919 günü ise cemiyetin kütüphanesi polisler tarafından ziyaret edilecekti. Bu kez kulübün kapanması, bütün varlığına el konma kararı alınmıştı. Tüm eşyalar yazılacak ve kapı mühürlenecekti. Celal Bayar hemen itirazını yapıyor, kulüp binasının cemiyetin malı olmadığını yetkililere bildiriyordu. Dilekçesinin cevabı binanın Divan-ı Harb-i Mahsus’a tahsis edildiği şeklideydi. Bayar ise o binada Ermeni tehcirinden dolayı sorguya çekilecekti. Sait Paşa’nın başkanlığına getirildiği mahkeme Beyler Sokağında bulunan kulübe kurulmuştu. Celal Bayar, misafirlerini kabul ettiği odada bu kez sanık olarak bulunuyordu. Ancak verdiği ifadesinin sonunda:’ Asi Ermeni komitelerinin Türkleri öldürdükleri, yaktıkları köylerini yağma ettikleri, düşman ordusu ile birlikte oldukları malumdur. Halbuki siz, yalnız biz Türkleri sorguya çekip mahkeme ediyorsunuz.’ şeklindeki sözleri hakim ve savcıları şoke etmiş, Bayar tutuklanmadan mahkeme salonundan ayrılmıştı. İkinci kez tevkif edileceği gizlice iletildiğinde onun için karar vermenin zamanı gelmişti. Ülkede oluşan ortamı en iyi bilenlerden biriydi ve veda ettiği geceyi anılarında şöyle anlatacaktı: “Yemeği yarıda bıraktım. Arkadaşlarımın başarı ve selamet dilekleri arasında sokağa fırladım. Her taraf karanlıklar içindeydi. Bol yağmur yağıyordu. Sular içinde, yaya olarak Küçük Yalı semtinde oturduğum eve vardım. Önce eşim Reşide’yi gördüm. Yeni kararımı anlattım. Yaşlı annemi, çocuklarımı kendisine emanet ettiğimi söyledim. Geçinmemiz için o anda elimizde 20 lira vardı. 12 lirasını ona verdim. Bütün paramızın bundan ibaret olduğunu o da biliyordu. Bu cüzi tardımdan, sonu belli olmayan ayrılıktan teessür duymuş olmalıyım ki, refikam:’ yolunda devama, hizmetlerini tamamlamaya mecbursun, üzüntüye mahal yok.’ diyerek başarılar diledi. Ayrılırken sözlerine şunları ilave etti:’ Annene vaziyeti kendin anlatmalısın, yalnız bunun mesuliyetini alamam.’ Celal Bey, annesine gideceğini söylediğinde gözyaşlarını gizleyerek elini öptürecek ve ‘Yolun açık, babanın ruhu seninle olsun.’ diyebilecekti. Son kez odada yemek yiyen oğlu Turgut’a bakmış ve ardından yola çıkmıştı. Ege bölgesindeki Yunan işgaline karşı efelerin kazanılması ile saldırı hattının kurulmasını sağlamak için yola çıkan Bayar, halkı uyandırmak, direniş cephesini oluşturmak amacı ile hem kimlik, hem de kılık değiştirecekti. O artık “Galip Hoca”ydı. (19 Mart 1919). Celal Bayar’ın Galip Hoca adı ile Anadolu’ya geçtiği ilk günlerdi. 25 Mart 1919 günü evinin baskına uğradığını, şüpheli görülen tüm evlerin de aranacağını öğrenmişti. Gazeteler “Hiçbir tarafta bulunamadığını, firar ettiğini yazıyordu. En doğru haberi İzmir’den gelen Hamit Beyden öğrenecekti: “Karantina (şimdiki adı Küçükyalı’dır) mahallesinde oturduğumuz ev basılmak istenmiş. Fakat eşim yetkili bir mahkemenin arama kararını istemiş. Böyle bir karar olmadığı için tehdit yoluna sapmışlar ve kapıyı kırmakla tehdit etmişler. Buna da aldıran olmayınca kara ve denizden evi göz hapsine almışlar. Gösterilen mukavemet, evde gizli olduğum kanaatini kuvvetlendirmiş olacak ki, evin deniz tarafında birden balıkçılar peyda olmuş. Gece gündüz bir elde yemsiz olta, diğerinde dürbün evin içini görebilmek için günlerce uğraşmışlar.” Büyük oğlu Ref’i ise sürekli takip ediliyordu. Viyana’daki tahsilini mütareke olunca yarıda bırakıp yurda dönmek zorunda kalmıştı. Çünkü parasız kalmıştı ve kendisine yardım etmek mümkün değildi. Ref’inin yurda döndüğünü görememişti. Kimi zaman bir haber alabilmek için her yola başvuruyordu. Kahrat Köyünde bulunduğu sıralarda eşinin yeğeni Jandarma Yüzbaşısı Asaf Bey’in geldiğini duymuş ve ziyaretine gitmişti. Kendi ifadesiyle kalıpsız fesinin altından sarkan saçları ve uzun sakalı ile tanınmayacak bir haldeydi. Asaf Bey de ancak oğlunu sorması ile tanıyacak ve boynuna sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Asaf Bey, İzmir’den verdiği haberler hiç iç açıcı değildi: “Buraya gelirken hemşireyi gördüm. Hepsi iyidirler. Ref’i de Avusturya’dan avdet etti. Fakat polis kendisini rahat bırakmıyor. Senin izini bulmak ümidi ile çocuğu bir gölge gibi takip ediyorlar. Ref’i geçen gün çarşıdan elinde birkaç paket ile eve dönerken peşine takılan sivil giyinmiş polise ‘Nasıl olsa eve kadar arkamdan geleceksiniz. Paketlerin bir kısmını da sen al, bana bu kadarcık faydan dokunsun.’ demiş. Fakat utandıramamış.” Celal Bayar, anılarında Asaf Bey’in sözleri üzerine düşündüklerini dile getirmemiştir. Ama büyük bir ihtimalle eşi ve oğlunun başkaldırışları karşısında gurur duyduğu kesindir.
121 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.