Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

239 syf.
7/10 puan verdi
YAZ SICAĞINDA "BULANTI" MI? BAŞINA GÜNEŞ GEÇMİŞ OLSA GEREK... (SPOILER İÇEREBİLİR) Bu tip ruh hallerinde yazılmış kitapları okumayı pek sevmem, hele hele yazın hiç sevmem. Ama kışın olsa öyle mi? Al bu kitabı, geç pencerenin dibine, hava da müsait zaten, okudukça göm kendini depresyona. Artık çıkar mısın o depresyondan, ikametini oraya mı aldırırsın bilinmez. Neyse... Bu sayede de yazlık ve kışlık kıyafetler misali, kitapların da yazlık-kışlık olarak ayrılması ve de kışlık kitapların, böylesi bunaltan sıcakların olduğu dönemlerde dolaplara tıkıştırılması fikrini iyiden iyiye gözden geçirmeye karar verdim. Eyleme geçer miyim? Hava sıcak, bir ara düşünürüz... Karakterimiz Antoine Roquentin. Kendisini bomboş hissediyor. Ha bir de "bulantı"sı var pardon. Boş mideyle bulantıdan da anca safra çıkar haliyle, canına yazık be abim. Birbiri ardına okuduğumdan mıdır bilinmez, Roquentin'in sıkıntısını gördükçe, aklıma Momo kitabındaki şu alıntı geldi: "Önceleri pek farkına varılmaz. Günün birinde insanın canı artık hiçbir şey yapmak istemez. Hiçbir şeyle ilgilenmez, kurur gider. Ve bu isteksizlik geçici değildir. Hatta giderek artar. Günden güne, haftadan haftaya daha kötü olur. Kendinden hoşlanmaz, içi bomboştur, dünyayla bağdaşamaz. Sonraları bu hisler de kalmaz, hiçbir şey hissetmez olur. Bütün dünyaya yabancılaşmıştır, kimse onu ilgilendirmez olmuştur. Ne kızgınlık duyar, ne hayranlık. Ne sevinmesini bilir, ne üzülmesini. Gülmeyi de, ağlamayı da unutmuştur. Böyle bir insanın içi kaskatı kesilir. Artık hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevemez. Bu durumda, artık hastanın iyileşmesine olanak yoktur. Dönüş kalmamıştır. Bomboş, kül rengi bir yüzle, nefretle çevresine bakar, tıpkı duman adamlar gibi. Onlardan biri olup çıkmıştır. Hastalığın adına gelince, buna öldüren can sıkıntısı denir." Karakterimiz de bu hastalığa yakalanmıştı bence: Öldüren can sıkıntısı. Zaten bana kalırsa, Rollebon'un hayatını yazmaya niyetlenmesi de, öldüren can sıkıntısı halinin, ölmeden önceki son can çekişmelerinden birinde ortaya çıkmıştı. Nihayetinde de sonuç vermedi zaten, hastayı kaybettik. Peşinen söylemek gerekirse, karakterin bu durumu beni pek de sarmadı. Fakat kitabın da hakkını yememek, içeriğindeki harika tespitleri görmezden gelmemek adına, kitabı iki açıdan değerlendirmek istedim. Olay örgüsü ve kahramanın başından geçenler açısından bakacak olursak, pek de sürükleyici ve de ilgi çekici olmayan bir hikaye okudum. Fakat kahramanımızın olaylar ve de durumlar hakkında yaptığı tespitler ve yer yer yaptığı tasvirler bakımından kitap tatmin edici düzeydeydi. (Amma çok "ve" ve "de" kullandım yahu.) Kitap hakkında yakınmaya hakkım olmadığı halde yakınacağım bir diğer husus ise, Fransa tarihinden, hatta yerel tarihinden şahsiyetler ve onların hikayeleriyle bezeli kısımların sıkıcılığıydı. Halihazırda akıcılığı olmayan bir kitapta böylesi detaylara boğulmak, insanı iyice koparıyor kitaptan. Hele de o, Bouville sergi gezisi bölümünde izleme hızını x2 yapan seyirciye bağladım desem yeridir. Bu arada Oda Yayınları baskısından okudum bu kitabı, çok fazla yazım hatası var. Bazı alıntılarımda özellikle hataları düzeltmedim. Eğer imkanınız varsa bu yayından okumamanızı tavsiye ederim. "Rollebon'la ilgili kitabımı yazmıyorum artık; bu iş bitti, bu kitabı yazamam artık. Eee, şimdi yaşantım ne olacak?" Yukarıda da bahsettik, Rollebon'un hayatını yazmaya girişme işi, tamamen boşluktan çıkmak adına çaresiz bir debelenme haliydi ve boşluktan çıkamayacağını anladığında, çaresizce bu cümleyi kurdu Roquentin. Bulantı da böyle gelir bana kalırsa. Boşlukta kalır insan. Saçma sapan şeylerde arar hayatın anlamını. Meşgale edinir kendine, olmadık şeyleri. Var olmak için, var olmayandan dahi medet umar hale gelir. Veya varlığını duymamak için... Roquentin de böyle demişti zaten: "Bay de Rollebon ortağımdı benim: Var olmak için bana ihtiyacı vardı, ve varlığımı duymamak için, benim de ona ihtiyacım vardı." Rollebon için var olan Roquentin. Ve nihayet, ondan kendi varlığını kurtardığında yapması gereken de açıktı: Var olmak istiyorsan, harekete geç. Kitap Kurdu da buna benzer bir cümle kuruyor zaten. Kitap boyunca yaptığı en akıllıca hareket olsa gerek. "Kulak kesiliyorum: Şu an bütün dileğim başkalarının dertlerini dinleyip onlara acımak, sanırım bir değişiklik olacak bu benim için." Kendi sıkıntısının belirsizliğinden utanç duyması, Roquentin'i başka birinin sıkıntısını dinlemeye itiyor yalnız bu da tehlikeli bir durum. Kendini sıkıntısı olmayan biri kabul edip sürekli başkalarının derdini dinleyenler, bir süre sonra sıkıntıya düşseler dahi sıkıntıları, dinledikleri insanlar tarafından pek de kaale alınmaz. Kimseye ücretsiz terapi yapmaya kalkmayın. İşi profesyonellere bırakın, onlar da ekmek yesin, sonuçta yıllarca dirsek çürütmüşler bu işin mektebinde. Kitap Kurdu ile Roquentin'in sohbetinde, Kitap Kurdu'nun insanlara inancını şuna bağlamak istedim: İnanç bağlamında soyut bir varlığa inanmaktan ziyade somut, görüntüsünü, sesini, soluğunu hissedebileceği bir şey aradı ve bunu da insanlarda buldu. Ayrıca aynı zorluklardan geçerken keşfettiği insan sevgisi, bu bağlamda gayet normal göründü gözüme. Sürekli insanlarla, özellikle de kendisiyle aynı fikirde veya kendisinin onlarla aynı duyguları paylaşabileceğine inandığı insanlarla birlikte olma çabası, çocukluğunda kendisini anlamayan bir aileye sahip olmasına karşı tepki niteliğinde olabilir. Varoluşunu bu şekilde ispat ediyor. "Yaşarken yalnızdım, ölünce daha da yalnız kalacaktım." Bu da tam Sartre'lık bir söz. Yine de hayranları, onu haklı çıkarmamak adına ellerinden geleni yapmışlar, hala da sevenleri onu okuyarak yad etmeye devam ediyorlar. Bir nebze huzur bulmuş olmalı ruhu... youtube.com/watch?v=Fe91KVv... Ve Anny... Roquentin'in "bulantı"sının mimarı kesinlikle. Bütün o karmaşık felsefenin, paradoksun, zıtlıkların, varoluşun ve hiçliğin başrolünde o var. Kendini, gittiği yere ait hissetmeye çabalayan, bunun için de odalarını hep kendi eşyalarıyla dolduran, "an"ların seçkin olması gerekliliğinden dem vuran kadın, uğradığı değişimi Roquentin'e ispat etmeye çalışıyor. Elbette ki onun aynı kaldığına inanarak. Aslında amacı, ardında bıraktığı enkazın ne durumda olduğuna, yol üstündeyken bir göz atmaktan başka bir şey değil. Ve bana kalırsa da enkazından gayet memnun. Yine de kendisinin değişimi ve umarsızlığı, bir yere veya birine bağlı hissetmeyişi, mimarı olduğu enkaz karşısında içini kıvançla dolduruyor. 30 yaşındaki Roquentin'i 30'undayken okumak, tesadüf oldu benim için. Lakin benim yılda 14.400 Frank gelirim yok. Bu adam elindekinin kıymetini cidden bilmiyor. Tamam, para her şeyin ilacı değil diyebilirsiniz lakin şu durumda, içinde bulunduğu sıkıcı hayatı düzene sokmak ve yeni bir başlangıç yapmak adına çıkış bileti gibi bir şey. Ve nihayetinde o da bu bileti kullanıyor. Ayrılık öncesi yabancılaşma halini tasviri ise... Öyle işte... Son bölümde, sevdiği şarkının yazılış evresini hayal edişi güzeldi. Ve varoluşun, kendi deyimiyle "o günahın" en güzel şekilde nasıl gerçekleşebileceğini idrak etmişti Roquentin: Müzikle. Çünkü sesler, enerjisi azalsa da kaybolmaz.
Bulantı
BulantıJean-Paul Sartre · Oda Yayınları · 199522,7bin okunma
··
28 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.