Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

80 syf.
8/10 puan verdi
·
20 saatte okudu
Ungenach, bir yüzleşmenin ne kadar sancılı olduğunu bizlere anlatan güzel bir Bernhard eseri. Bernhard'ı her zaman eleştiri gücü ve hicvinin keskinliği ile övsem de, bu eserinde kurgu konusunda da farkını ortaya koymuş. Bir çeşit rüya denilebilir Ungenach'a. Bir anda kendinizi birtakım olayların gerçekleştiği ve gerçekleşeceğine işaret verdiği boğuk bir ortamda buluyorsunuz. Bu, sadece okurun etrafı keşfetmesi değil, karakterimizin de olanlarla yüzleşme hikayesi. Bu anlamda eserde bir şeylerin farkına varacak kişi yalnızca okur değil, aynı zamanda karakterimizin kendi de. Yüzleşme dediğimiz şey, derine inmeyi gerektirir. Derine inmek de kaybolma tehlikesi yaratır. Bunu gerek kitabı okurken okurun kendi, gerekse de karakterin kendisi bile hissediyor. Düşünün, öyle bir eser çıkıyor ki ortaya, yazarın yarattığı karakterin kendi de sizle birlikte iniyor o derinlere. Birçok eserde bu durum bir tür 'birlikte keşfetme' şeklinde değil, birçok şeyi daha önceden keşfeden ve bu keşifleri size anlatan bir anlatıcı ile kendini gösterir. Bu açıdan da eserin başlarındaki kafa karışıklığına kanmayıp okurun biraz daha dişini sıkması gerekiyor. Bernhard'ın eserlerinde genellikle şu tema vardır: Ülkeden yıllar önce ayrılan ama zorunlu meselelerden dolayı ülkeye geri dönmek durumunda kalan insanların yaşadığı yabancılıklar ve zorluklar. Buna gerek Yok Etme'de rastlarız biz okurlar olarak, gerekse de Ungenach'ta. Ama bu sefer karakterimizi o nefret ettiği ülkesine döndüren olay, Yok Etme'deki gibi cenaze değil, bir miras meselesidir. Bu açıdan Bernhard fiziksel bir eyleme soyutsal bir derinlik katmayı sever aslında. Görünürde mesele basittir; Ungenach mevkisi miras olarak üstüne kalan karakterimiz, bu konu hakkında ne yapılacağını noterle görüşmek için ülkesine döner. Ama bu dönüş beraberinde geçmişle yüz yüze gelme, geçmişin süren insan hayatına yaptığı etkileri de getirir. Ülkesinden yıllar önce ayrılmış ama halen daha zihinsel olarak kopamamış insanlar. Bu kopamama durumunu duygusal olarak algılamamak gerekir, özellikle söz konusu Bernhard ise. Çünkü Bernhard'ın bizzat kendisi duygusal bir bağı olduğu için değil, kafasında bitiremediği, çözüme ulaştıramadığı meseleler yüzünden Avusturya'ya zihinsel olarak kenetli halde idi. Bu yüzden de karakterlerin içine düştükleri durumlar da budur aslında. Bir türlü yakalarını bırakmayan, o zamana kadar çıkmamış olsa bile o zamandan sonra her fırsatta karşılarına çıkacak ve zihinsel olarak sancı verecek bir Avusturya. Hikayemiz üç katmanda ilerler. Ana karakterimizin noter ile konuşmaları. Karakterimizin ölen kardeşinin mektupları. Son olarak da karakterimizin bizzat kendi iç sesi. Bu üçü arasındaki dengeyi kurmaya çalışmaktır asıl mesele. Bunu karakterimiz sonradan yapıyor mu bilemiyoruz ama Bernhard'ın bunu karakterine yaptırmamış olması okuruna yaptırmayacağı anlamına gelmez. Bernhard okuruna yeri gelir hiç acımaz. Çünkü birçok eserinde bir anda o an için alakasız olan düşünce akışları başlar. Bu düşünce akışı da nereden çıktı şimdi? İşte bunun bile alakasını bulmak okurun kitabı sindirmesine bağlıdır. Yani başka bir deyişle, Bernhard kitaplarını henüz sıkı olmayan bir düğüm halinde bırakmıştır, onu çözmek ya da daha da sıkı bir düğüm haline getirmek okurun kendisine kalır. Tarihin insanlıkta bir yük olduğunu, insanlığın asırlar boyunca bu yükü sırtlanıp ilerlemeye devam etmek zorunda olduğundan söz eder ilk olarak. Aslında bu insanı boğan bir gerçektir. Tarih diye adlandırılan şey her zaman iyi olmak zorunda da değildir. Herhangi bir ülkenin vatandaşı kendi ülkesi hakkındaki tarihi ne zaman düşünecek olsa aklına daima iyi şeyler geliyorsa Bernhard'a göre o kişiyi bir 'tarih hamalı' haline getirmek gerekir. Çünkü tarih bilimsel bir dal ise şayet, kötü olan olayları görmezden gelmeye çalışmak bir iki yüzlülüktür. Aslında iyi bir vatandaşın da böyle olması gerekmez mi? Ülkesi hakkında iyi şeylerden herkes bahseder. Önemli olan ona doğru gelmeyen şeylerden tarafsız bir bakış açısı ile söz edebilmektir. Devletleri daha iyi hale getiren de budur aslında. Kendisinin de Avusturya'yı da en çok eleştirdiği yönlerden biri de bu belki de, tarihinde yapmış oldukları kötü ve mantıksız davranışları en başta Avusturya'nın kendisinin reddetmesi. Eserde söz arasında geçen, pek dikkat çekmeyen bir tabir beni oldukça düşündürdü. Bernhard'ın felsefe ile ilgili görüşlerini içeren bazı tabirler: Felsefi yollar çizmek ve o çizilen yollarda yaya kalmak. Bu tabir beni oldukça fazla düşündürdü. En başta temelden başlayalım. Yol, bir yaya için değildir. Felsefenin halen daha bir şeyleri çözdüğü ama bunun artık çok daha yavaş gerçekleştiği anlamına geliyor belki de bu. Evet ulaşılması gereken yerleri biliyoruz; çözülmesi gereken felsefi sorunları bildiğimiz gibi. Ama bu sorunların varlığı kesin sadece; diyoruz ki, dünyada şu da bir felsefi sorundur ve çözülmesi gerekir. Ama baktığımızda önceki çağlardaki bazı temel sorunlar daha isabetli olarak çözülebilirken günümüzdeki sorunları çözmek, binlerce düğümden oluşan bir ipin ucunu bile bulamamaya benziyor. Felsefe derinleştikçe, meseleler daha komplike hale geldikçe Bernhard'a göre felsefe gerçekten de bulanıklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor mu artık? Tabi okuduğumuz yazar bize neyi neden ve nasıl yaptığımızı tekrar tekrar sorgulatmayı çok iyi bilen bir yazar olunca, bu konuda da insan derin düşüncelere dalmaktan kendini alamıyor. Modern dünyadaki resmilik kavramının üzerinde de isabetli bir şekilde durulmuş. Aslında kelimenin kendisi bile bir tatsız durmuyor mu sizce de? Resmiyet. Kelimenin anlamından dolayı gelen huzursuzluğu bir kenara bırakıyorum, kendi başına ona yüklediğim anlam (kelimeler ve onlara yüklediğimiz, nesnel anlamlarından bağımsız karşılıkları) bile öyle negatif ki. Yani sanki kelimede ayrı bir karartı var. Modern dünyada insan resmi kurumlara kendini anlaşılır kılmaya çalışır daima. Ama bu sonuçsuz bir çabadır. Resmiyet kavramı bulunup, bu kavramın arkası doldurulmaya başlanmasından bu yana insanlık kendini bu büyük şey karşısında anlaşılır kılmaya çalıştı sürekli. Ama bir noktadan sonra bunun umutsuz bir çırpınış olduğunu anladı. (Bu cümleden sonra aklıma bir anda Kafka gelir...) Ama yine de başka çare yoktu, çünkü insanlığın devam etmesinin tek yolunu resmiyet temelinin üzerine kurdular. Modern dünyanın bu temel üzerine kurulan karanlık yoldan ibaret olduğunu anlatıyor aslında. O yoldan geçmeye çalışırken geçemeyeceğimizi bilerek bu çabaya giriyoruz. O anda başarıyoruz sanıyoruz, bir mucize oldu da başardık sanıyoruz, ama mucizeler modern çağda gerçek değildir. Bunun farkına çoktan vardığımızı sanıyoruz ama her defasında da belki de bu sefer bir mucize olacak diye beklemeden de edemiyoruz. "Burada muazzam bir yaradılış hoşgörüsüzlüğü ile karşı karşıyayız, bizi daima umarsızlığa sevkeden, acılaştıran, sonuçta da geberten. Yaşadık sanarız, oysa gerçekte ölmüş gitmişizdir." Uzun bir yolda yaya olarak kalmaktan daha kötüsü, aynı yolda bir de karanlıkta kalmaktır. Ungenach; yine Bernhard'vari, sert, keskin bir yüzleşme hikayesi. Yanları keskin, tamamlarken insanın elini kesen bir puzzle gibi tıpkı.
Ungenach
UngenachThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 2018328 okunma
··
342 görüntüleme
Şerife Karakaya okurunun profil resmi
Öncelikle incelemelerinizin acilen keşfedilmesini diliyorum. :) Bence sitede en kapsamlı inceleme yazan, kitabı ve yazarı her açıdan değerlendiren birkaç okurdan birisiniz. İncelemelerinizin okunma sayısı üzücü bu yüzden. Yazarı yeni okumaya başlayan biri olarak benim için çok faydalı oldu, yine dolu dolu, her kelimesinden yararlanabileceğim bir inceleme yazmışsınız. Kendi adıma teşekkür ederim. Devamını bekliyorum kaliteli incelemelerin, nadir rastlıyoruz maalesef...
2 önceki yanıtı göster
Nympheutria okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim değerli yorumlarınız için :) Elimden geldiğince bir şeyler yazmaya çalışıyorum işte, olduğu kadar.. :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.