Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

Habsburg ilişkilerinde bir dönüm noktasıdır. Saldırgan rolündeyken Osmanlılar savunmacı rolüne geçmeye zorlanmış ve artık Avrupa örneğini ciddiye almaya başlamışlardı. Sultan III. Ahmed (saltanatı 1703-1730), ‘Lale Devri’ olarak bilinen dönemde reform hareketinin öncülüğünü yapmıştır ama orduya Avrupa yöntemlerini benimsetme çabaları, ulema-yeniçeri ittifakı tarafından engellenmiştir. Osmanlılar, 1729’da Avusturya ve Rusya ordularının tehdidiyle karşı karşıya ka-lınca, modern savaş yöntemlerini yerleştirmek üzere Batılı uzmanlar davet etmeye başladılar. Bir Fransız subayı olan Kont Alexandre de Bonneval, Humbaracı Ocağı’nı yenileştirmek üzere İstanbul’a geldi. İşini kolaylaştırmak için olsa gerek, Müslüman olmuş ve böylece re-formlardan bir Hıristiyan’ın değil bir Müslüman’ın sorumlu olmasını sağlamıştır, Ahmet adını alarak, 1731’de Osmanlı hizmetine girdi ve 1734’te bir askeri mühendislik okulu kurdu. Kendine paşalık rütbesi ve ertesi yıl da ‘Humbaracı’ (topçu) unvanı verildi. Ancak reformları kök salamadı ve bir Avrupalı reformcu, Baron de Tott 1768’de İstan-bul’a geldiğinde, Humbaracı Ahmet Paşa’nın çabalarının neredeyse hiçbir izine rastlayamadı; Humbaracı orduyu yenileştirmeye çalış-mamış gibiydi. Baron de Tott, imparatorluk Rusya’yla savaşırken askerî re-formlar gerçekleştirmek amacıyla geldi. Rus donanması 1770’e gelin-diğinde Ege Denizi’ne hâkimdi, Rus ordusu Osmanlı ordusunu Tuna boylarında yenilgiye uğratmış, Kırım’ı işgal etmişti. Osmanlılar o ka-dar büyük bozgunlara uğramıştı ki, 1774’te Çariçe II. Katerina’yla kü-çültücü bir antlaşmaya zorlanmışlardı. Küçük Kaynarca Antlaşması, Kırım’ı ve Karadeniz’in kuzey kıyısını Osmanlı egemenliğinden ba-ğımsız kılıyordu. II. Katerina, ayrıca İstanbul’daki Ortodoks Kilisesi’ni himaye etme hakkına, dolayısıyla da Rusya’yı Osmanlı içişlerine ka-rıştırma bahanesine kavuştu. Bu antlaşma, daha sonraları ‘Doğu So-runu’ olarak bilinecek olan hareketin, yani Batılı güçlerin, Hıristiyan topluluklarını öne sürerek Osmanlı İmparatorluğumun çok dinli kaSultan I. Abdülhamid (saltanatı 1774-1789 arası tahtta) Rusya -ve daha sonra diğer Avrupa güçleri- tarafından ‘Tüm Müslümanların halifesi’ olarak tanındı. Antlaşmanın üçüncü maddesine göre, padişah artık Rusya tarafından ele geçirilmiş olan Kırım’daki Müslümanlar üzerinde tüm dini yetkilerini muhafaza edecekti. Sultanın halifelik yetkisi büyük güçlerle yapılan daha sonraki anlaşmalarda onaylan-mıştır. Hilafet makamına etkinlik kazandırılması, önemli bir buluştu ve imparatorluğun gelecekteki politikaları açısından hayatiydi; muhafa-zakârları güçlendirmiş ve onlara reformların önüne geçmek üzere İslam’ı kullanma olanağı vermişti. 1258’de Bağdat, Abbasi halifeliği-nin ortadan kalkmasından sonra kimi birbirinden bağımsız sultanlar hilafet unvanına sahip çıkmış, hatta 19. yüzyıl gibi erken bir tarihte bu unvan I. Murad tarafından bile kullanılmıştı. Yine de, Osmanlılar’ın bu unvana önem vermesi, 1774’ten, yani II. Katerina’nın Osmanlı İm-paratorluğundaki Ortodoks Hıristiyanların koruyucusu olduğu ma-kamına etkinlik kazandırılması sonraya dayanır. Buna karşılık olarak, padişahlar da Hıristiyan toplumlarda yaşayan Müslüman cemaatler üzerinde dinî yetki sahibi olduklarını iddia ettiler ve bunun Avru-pa’yla ilişkilerinde yararlı bir araç olduğunu keşfettiler. 18. yüzyıl boyunca süren ve karşı çıkanlarca engellenen bölük pörçük reform hareketleri, Avrupa devletlerinin artan gücü karşısın-da imparatorluğun durumunu düzeltmekte âciz kaldı. Katerina ile yapılan antlaşma ne barış getirdi ne de Rusya’nın genişlemeye yöne-lik iştahını köreltti. 1783’te Çariçe II. Katerina, Kırım Hanlığı’nı ilhak etti, üç yıl sonra da Osmanlılar Rusya’yla yeniden savaşa girdi. III. Selim, 1789’da sorunlu imparatorluğun tahtına oturduğunda, hü-kümdarlığı, 1908’de devrimle sonlanacak olan imparatorluğun en uzun süreli reform yüzyılını başlattı.
·
3 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.