Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

272 syf.
·
Puan vermedi
Londra’nın bu kızıl labirentlerinde bakıyorum en garibini seçmişim insan uğraşlarının, bir bakıma hepsi de, kendine göre, öyle olsalar bile. Ele geçmez cıvada felsefe taşını arayan simyacılar gibi sıradan sözcükler yapacağım -hileli kumarbaz kâğıtları, halkın uydurduğu sözler- Thor esin ve patlama, gök gürlemesi ve tapınmayken onları büyülerinden vazgeçireceğim. Bugünün deyişiyle, sırası gelince ben de ölümsüz sözler söyleyeceğim; daha değersiz olmamaya çalışacağım Byron’un yüce yankısından. Yaralanmaz olacak ben olan bu toz. Bir kadın aşkımı paylaşırsa, şiirim onuncu katına değecek eşmerkezli göklerin; bir kadın omuz silkerse aşkıma, ezgiler yaratacağım hüznümden, zamanın içinde yankılanan koca bir nehir. Kendimi unutarak yaşayacağım. Görür gibi olup unuttuğum o yüz olacağım Hainliğin kutsal yazgısını kabul eden Yehuda, bataklıktaki Caliban, korkusuz ve inançsız ölen paralı asker olacağım, yazgının geri çevirdiği yüzüğü görmekten korkan Polycrates, benden nefret eden o dost olacağım. İran bülbülü sunacak bana, Roma kılıcı.. Maskeler, derin acılar, dirilişler örüp sökecek alın yazımı ve ben bir yerde Robert Browning olacağım. Jorge Luis Borges Sonsuz Gül Evet bu kitabı yorumlarken bu şiirle başlamak doğru bir tercih olur diye düşünüyorum. • Anlatıcımız olan "Hımbıl" Kurt Larsen'i tanımlarken Caliban'a benzetir; Çünkü Larsen: • Kocaman Bir Hedonist • Kendi çıkarını düşünen • Doğal hakların varlığına inanmayan • Katı bir maddeci ve bu maddeciliğinden azıcık bir mutluluk duymayan Biri olarak gösterilir. Halbuki Kurt Larsen'in içinde zorunda bırakıldığı hayata karşı dinmeyen bir öfke mevcut ve bu öfke onun kötü taraflarını arttırmaktadır. Larsen'de kendi kendini eğiten insan ilkelliği olduğunu dile getiren anlatıcımız bu benzeri olaya Martin Eden kitabında da yer vermişti lakin Martin kendi çabası ile başladığı Aydınlanma sürecini Ruth ile devam ettirerek kendi kendini eğiten ilkelliği devre dışı bırakmış hayatına bir kadın eli değen bir ilkelden gelişen bir yazara doğru serüvenini aktarmıştı. Jack London'un bu konuya değinmesi o günün şartlarında değişiklik yapma adına çok pozitif bir harekettir. Kurt Larsen'de gördüğümüz tüm olumsuzluklara rağmen onun okuma- yazmayı Londra'da ticaret gemilerinde o zor şartlarda öğrenmesi ve bu çizgide kendine bir felsede oluşturması bize olan tüm olumsuzlukları unutturabilecek kadar önemli bir mesajdır. Kitaplarında felsefeyi serpiştiren London Spencer'dan da vazgeçmez Martin Eden'de sık sık tekrar edilen Spencer'dan burada bir iki yerde söz edilir ve Kurt Larsen ile Hımbıl arasında Spencer'ın özgecilik kuramı ele alınır. Ve Spencer'in çıkar konusunda ele aldığı üç noktaya Larsen'in bakışına bakalım. Spencer: • İnsan ilk olarak kendi çıkarı için çalışmalı, • Sonra çocukların çıkarı için çalışmalı, • Ve en sonunda insanlığın çıkarları için çalışmalı der. Larsen ise: • "Eğer önümde ölümsüzlük olsaydı, özgecilik yararlı bir şey olabilirdi. Lakin önümde ölümden başka bir şey yok yaşamda bana ennufak şeyi kaybettirecek olan bir özveri, aptallıktır. Der" Günümüzde Hedonizmin uçları yaşanıyorken London'un yüzyıl öncesinden artan bencillik seviyesinin tespitinin doğruluğuna katılmaktan başka bir çare gelmez elimizden evet Larsen'in düşünceleri böyledir. Lakin Larsen Darvin / Spencer ikilisinin evrim teorisini bilen, sanattan anlayan, şiir yazan bir "Hedonist" olması onu günümüzden çok daha ayrı ve özel noktaya taşımamız için yeterli olacaktır. Jack London'un hayatı çalışmakla geçmiştir, denizlerde, altın arama faaliyetlerinde vb. Birçok yerde bulunmuştur bu durumda ona roman yazmak için en büyük dayanağı oluşturmuştur çünkü o Larsen'in diliyle Hımbıl'a yaptığı eleştirideki gibi Baba parası yiyenleri kastederek "Ölü bir adamın bacakları üstünde duran" biri olmadı hep hayatta var olma uğraşı verdi ve o Larsen'in deyimiyle sınıf farkından dolayı ezilen değirsizleşen ve kenar mahallelerde ölüme terk edilen ucuz ve değersiz insan hayatına karşıydı o yüzden denizlerde çok uzun zaman geçirdi belki de tüm bu felsefesini Larsen gibi Martin Eden gibi bir gemi kamarasında oluşturdu. London'un denizleri, ve denizciliği anlatmasındaki başarı buradan gelmektedir. • Jack London'un kadına bakış açısı da eserden esere ufak değişiklikler göstersede genelde hem kadınlığı özünde hissedecek narin, naif kadınca tavırları sevinçle karşılayan lakin kadına bir objeden ziyade hayat arkadaşı olarak bakan ilk olarak onu çerçeve hale gelen kadın işlerine itip daha sonra ortak yaşama alması gerektiğini anlayan çağına göre kadına karşı diğer erkeklere göre gelişmiş düşünceler beslediğini söylemek gerekiyor. • Maud için(kitaptaki hoşlandığı kadın) şöyle bir cümle kurar: "O, benim türümden bir kadındı. Erkekle kadın arasındaki o güzel ilişki, bizim aramızda da gerçekleşebilirdi." Güzel ilişkiden kasıt aşk bağlamında medeni bir hayat kabalık olmadan, kadına değer vererek lakin çok severek Jack London'un kitaplarındaki kadın karakterler çok seviliyor Martin Eden'in Ruth'a olan aşkı da çok büyüktü tabi Ruth kendini ondan soğuttu ve büyük nefrete dönüştürdü o ayrı bir konu burada da hayatında ilk kez seven ve otuz yaşını geçen biri olarak ilk defa aşık olan Hımbıl yine çok fazla seviyor Jack London'un kitaplarındaki bu bölümler romantizm kokuyor: • "Benim küçük kadınım" Gibi söylemleri ile klasik yıldırım aşklarına tutuluşu eserlerinde tekrar ediyor. Halbuki o realist çizgide seyreden bir yazardır. Serpiştirilen felsefe, mükemmel betimleme ve anlatım gücü ile zenginleşen eserlerinde romantizmi katmadan edemiyor bunu çağın etkisiyle yapıyor oluşu ihtimallerin dahilindedir. Halbuki böyle Zola gibi keskin bir gerçeklik ile süren bir kitabını okumak güzel olurdu . Tabi Demir Ökçe'yi ayrı tutuyorum o kitabı biraz siyasi gaye ile ele alınca aşk teması çok azaltmıştı rahatsız edici bir boyutu yoktu bunu söylemeden de geçmeyelim. Kitabın olay örgüsünü anlatmaya ihtiyaç duymuyorum, o yüzden son bölümde geçen bir olaya geliyorum. Maud yolcukuk yaptıkları "Hayalet" gemisinden yani Kurt Larsen'den kaçtıktan günler sonra ıssız bir adaya gelirler Hımbıl kahve için kibriti olmadığını fark eder kahve içemeyeceği için üzülürken evet beklediğiniz şey geliyor; Maud: "Sopaları birbirine sürterek ateş yakan Crusoe değil miydi?" Yazarların birbirlerine göndermelerde bulunmasına hayranım tabi burada birazdan yazacağım gibi odundan ateş yakan Robinson Crusoe ile uğraşan London ıssız bir adada yaşam üzerinden de kitabın elli atmış sayfasını kurtarıyor. Bir gazetecinin sopalardan ateş yakma girişiminin başarısız sonuçlanması sonucu söylediği sözler şunlardır: " Baylar, Güney Denizindeki adalarda yaşayan biri bunu yapabilir, Malayalılar bunu yapabilir, ama inanın bana, beyaz bir adamın yapacağı bir iş değil bu. " Bu göndermeden sonra bir fişekteki barut yardımıyla ateş yakar ve ilerleyen insan gelişiminin kolaylıkları çıkar önümüze. Son bölümlerinde Larsen'in onları bulması hasta haliyle sinir krizleri geçirmesi anlatılır ve Hımbıl'la ilk tanışmalarında ölen bir denizciye yapılan merasimi "ölüyü denize atın" gibi bir cümle ile noktalayan Kurt Larsen'imiz artık ölmüştür. Ve Hımbıl ona cenaze merasimi düzenleyerek kitabı sonlandıracaktır. Böylece inceleme de sınırına dayandı ve bizim hassas Maud'umuz Larsen'i şöyle uğurlar: ELVEDA LUCİFER... GURURLU RUH..
Deniz Kurdu
Deniz KurduJack London · Oda Yayınları · 19955,9bin okunma
·
54 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.