Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

İkinci Dünya Savaşı sona erdiğinde, Müttefikler -İngiltere ve Sovyetler Birliği- Avrupa’yı etki alanlarına ayırıyordu. Stalingrad Muharebesin-de Almanya yenilene kadar Türkiye Berlin’e karşı ılımlı bir tarafsızlık sergilemekteydi. Stalingrad sonrasında Türkiye Müttefikleri destek-lemeye başladı. Stalin, Churchill’le ‘Boğazlar meselesini Ekim 1944’te Moskova’da, sonra da Şubat 1945’te Yalta’da gündeme getirmişti. Müttefikler sorunu tartışmayı, Türkiye’yi niyetlerinden ve bağımsızlı-ğına teminat verdiklerinden haberdar etmeyi kabul etmişlerdi. Yakın zamanda açılmış Sovyet arşivleri bize gösteriyor ki, Türkiye Mayıs 1945 gibi erken bir tarihte Moskova’ya bir karşılıklı dostluk antlaş-ması önererek, Stalin’in anladığı kadarıyla müttefiki İngiltere’yi dış-lama eğiliminde olduğu mesajını vermişti. Türk çekingenliği olarak gördüğü şeyden cesaret alan Stalin, haziran ayında sözlü olarak Türk Boğazları’nda bir üs ve Çarlık Rusya’sı tarafından 1878’de elde edilip 1922’de Lenin tarafından Atatürk’e bırakılan Kars ile Ardahan’ın ia-desini istedi. Denir ki, Stalin Boğazlar’a yalnızca bir Sovyet güvenliği meselesi olarak değil, bir prestij meselesi olarak da bakıyordu. Kızıl Ordu’nun başarılarından etkilenen Türkiye’nin bu istekleri kabul edeceğini, böylece Washington ve Londra’yı da bir ‘oldubitti’ karşı-sında bırakacağını düşünüyordu. Sonradan, Dış İlişkiler Komiseri Vyaçeslav Molotov, Stalin’in oyunu abartarak oynadığını ve 1945’te haddinden fazla saldırgan davrandığını itiraf edecekti. Molotov, Sov-yet isteklerinin zamanlamasının kötü ve gerçekçi olmadığını belirtir. 1946 yılında hatasını gören Moskova Türkiye’den isteklerinden vaz-geçti. Yakın dönemde yapılan Amerikan akademik araştırmaları, Ka-sım 1945’te süresi dolan 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk Antlaşma-sı’nın yenilenmesi konusunda bir Sovyet talebi bulunmadığını, sadece öneriler ve şartlar getirildiğini söylemektedir ki, bu öneri ile talepler arasında çok önemli farklar vardır. Türk Dışişleri Bakanı Hasan Saka bile ancak, Sovyet diplomatik girişim belgesini görüp de Türkiye top-rakları üzerinde bir Sovyetlerin üs talebi olmadığını gördüğünde ra-hatlamıştı. Moskova ile Washington arasındaki Yunanistan, Türkiye ve İran üzerindeki Soğuk Savaş krizi Türkiye’yi önemli bir bölgesel kuvvet haline getirdi. Kriz aynı zamanda Truman yönetiminin yeniden silah-lanma tasarısını Kongre’den geçirebilmesini sağladı. Washington’da Sovyetler’le başa çıkmak üzere iki yaklaşım vardı: Dışişleri Bakanlığı Sovyet meydan okumasını genelde siyasi ve iktisadi olarak görüyor-du, dolayısıyla da buna en iyi siyasi ve iktisadi yollardan karşılık veri-lebileceğini düşünüyordu. Pentagon ise Sovyet tehdidinin öncelikle askerî olduğunu ve bir ittifaklar sistemiyle karşılanabileceğini düşü-nüyordu ki, bu Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) kuruluşu için atılan ilk adım oldu. ABD’nin Türkiye’yle ilişkilerinde Penta-gon’un yaklaşımı ağır bastı. Soğuk Savaş iklimi Türkiye’nin Washington’la ilişkisini hızlandır-dı. Her iki taraf da Türkiye’nin hızlı ekonomik gelişme için yabancı sermaye yatırımına ihtiyacı olduğuna inanıyordu. Bu, sadece Türkiye Batı’ya katılır ve Ortadoğu’da Batı çıkarlarına hizmet ederse gerçek-leşebilecekti. Stalin’in Türkiye’ye karşı zorbalık taktikleri, Washing-ton’la yakınlaşmayı, özellikle de komşu Yunanistan’da iç savaş çıkma-sı sonrasında, kolaylaştırdı. Dost bir Türkiye Washington için önemli bir değer halini aldı, bu yüzden de ülke 1947’nin Truman Doktrini ve Avrupa ekonomisinin düzeltmeye yönelik Marshall Planı içinde yerini aldı. Cumhuriyet Halk Partisi içerisindeki devletçi hizip sonunda 1947’de Başbakan Recep Peker’in istifasıyla yenildi ve bu noktadan sonra iki parti de Batı’ya istikrarlı bir Türkiye imajı vermek için iki tarafın da desteklediği bir ortak politika geliştirdi. Ankara Batı’yla ilişkisinden hoşnut değildi. Batı Türkiye’yi bir Sovyet saldırısına karşı koruma konusunda bir vaatte bulunmuyordu, oysa 1949’da NATO’nun kurulması sonrasında Ankara Sovyetler Bir-liği’yle bir savaş durumunda Batı’nın yardımına geleceğine dair bir garanti istiyordu. Washington bu tür bir taahhütte bulunma konu-sunda çekimserdi. Pentagon, Türkiye’nin bölgede bir Sovyet saldırısı tehdidini önleme amacıyla hızla modernleştirilen ordusunu kullan-maktan ve Türkiye’de bombardıman üsleri bulundurmaktan mem-nundu. Ancak, İnönü Washington’dan sadece ekonomik ve askerî yardım değil, sağlam bir taahhüt de istiyordu. 1940’ların sonlarına doğru, Ankara siyaset çevrelerinde, savaş sonrası dönemde güncelleşmiş bir kavram olan ‘bağlantısızlık’ tartışılıyordu. Nisan 1949’da dönemin dışişleri bakanı Necmettin Sadak Washington’ı ziyaret ettiğinde, Dı-şişleri Bakanı Acheson onun Amerikan güvencesi verilmezse Türki-ye’nin tarafsızlığı yönündeki tavrına hayret etmişti. Amerikan diplo-matları ve askerî yetkilileri Türkiye’nin bir tarafsızlık konumu isteyebileceğinden ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye’deki yatırımlarını değerlendiremeyeceğinden korkuyorlardı. Türkiye’nin hatırı sayılır pazarlık konumu yine de Washing-ton’dan hiçbir ödün almaya yetmedi ve İnönü görüşmelerde ilerleme sağlayamadı. 1950 Mayısı’nda DP iktidara gelince aynı siyaseti izle-diyse de onların girişimleri de ciddiye alınmadı. Türk birliklerinin Kore Savaşı’na katılmaları ve Türkiye’nin Washington’ın Sovyetler Birliği’ne karşı güttüğü ‘kuşatma politikası’na katılması da bir fark yaratmadı. Artık cumhurbaşkanı olan Celal Bayar 1951 Şubatı’nda Amerikan büyükelçisini kabul ettiğinde ABD-Türkiye ilişkilerinden kişisel hoşnutsuzluğunu ifade ederek Sovyetler Birliği’yle bir savaş durumunda tarafsız kalınabileceğini ima etti. Bu, istenen etkiyi yarat-tı. İngiltere’nin itirazına rağmen (İngiltere, Türkiye’nin üyeliğini Or-tadoğu’da etkin olmasıyla sınırlamak istiyordu), hem Türkiye hem de Yunanistan Şubat 1952’de NATO’ya tam üye oldular. Türkiye NA-TO’ya üye olduktan sonra tüm dış politika seçeneklerinden vazgeçe-rek örgüte tamamen bağımlı hale geldi. Atatürk’ün bir daha Türkiye ve Rusya’nın asla düşman olmamasını isteme siyaseti de tıpkı Türki-ye’nin artık Ortadoğu’nun bir parçası olmadığı yönündeki Kemalist jeo-strateji düşüncesi gibi terk edildi. NATO içinde Türkiye, 1955’te Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve İngiltere arasında imzalanan Bağdat Paktı’yla vücut bulan Batı ile Ortadoğu arasında bir köprü kurulması rolünü üstlendi. Türkiye’nin iddia edilen rolü Sovyetler’in yayılmasını önlemekti ama ülke aynı zamanda Mısır lideri Nasır önderliğindeki Arap milliyetçiliğine karşı da yönlendirilmişti. Washington pakta ka-tılmasa da paktın arkasındaki maddî ve manevi destek olmayı sür-dürdü. Bağdat Paktı Türkiye’yi bölgedeki muhafazakâr rejimlerin li-deri haline getirirken NATO ile Ortadoğu arasında bir bağ da oluşturdu. Ancak, bu aynı zamanda Ankara’nın, özellikle Birleşmiş Milletler içinde, yükselen Üçüncü Dünya’dan tecrit edilmesi de de-mekti.
12 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.