Gönderi

Gül hükümeti, Kıbrıs’ın birleşmesi amaçlı Genel Sekreter Kofi Annan’ın adıyla anılan Birleşmiş Milletler Planı; başka bir tarih verilmeden önce Aralık 2004’te Ankara’nın insan hakları karnesinin gözden geçirileceği AB üyelik sorunu; IMF’yle müzakereler ve Türkiye’nin devasa borcu; yurtiçinde ekonominin sorunları ve buna bağlı işsizlik ve yoksulluk; insan hakları ve işkence; türban konusu ve generallerin uyarısı; Irak ile ABD arasında bir olası savaş (ABD’nin yoğun baskısıyla Türkiye Amerikan birliklerine Irak’a geçiş hakkı tanımıştı) gibi birçok girift sorunla karşı karşıyaydı. Bu muazzam sorunlar halledilmeyi bekliyorlardı. Hükümet ihtiyatlı başladı. Meclis’i ve kabineyi kontrol etseler de devleti, yani orduyu ve bürokrasinin tümünü, kontrol etmediklerini biliyorlardı. Bu iki partili Meclis oluşumunun 1950’lerdekine benzer bir siyasal durum yaratması da mümkündü. Bu ise Demokrat Partinin Meclis’te ezici bir çoğunluğa sahip olması yüzünden her istediğini yapabileceğini iddia ettiği bir ‘çoğunlukçu demokrasi’ ortamının oluşmasıydı. Bu, Demokrat Parti’yi demokrasi dışı davranışlara yöneltmiş ve Mayıs 1960 darbesini hazırlamıştı. Ancak, AKP geçmişten ders almışa benziyor, bu yüzden muhalefete ve halkın çoğunluğunu oluşturan laik kesime karşı sorumluluk içinde davranması gerekir. Ayrıca seçmenlerin yüzde 45’i, yüzde 10’luk seçim barajı nedeniyle temsil edilemediğinden hükümetin meşruiyetini zayıflatmaktadır. Başbakan Gül durumun farkında görünüyordu. Basına ilk açıklamasında ‘Gizli bir gündemimiz yok. Şeffaflığı ve sorumluluğu garantilemek için uğraşacağım.... Hiçbir sürpriz yapmayacağız. ... Seçkinci değiliz. Halk çocuklarıyız, halkın orta ve fakir kesimlerinden geliyoruz. Önceliğimiz bu kesimlere biraz rahatlama sağlamak. Çok çalışacağız. Öncelikle Devlet Güvenlik Mahkemeleri’yle ve gözaltı süresiyle ilgileneceğiz’ diye konuştu.
·
1 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.