Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Atatürk'ün Cumhuriyet döneminde ilk kez geldiği İstanbul'daki tatili yavaş yavaş sona eriyor, Ankara'ya yol görünüyordu. Cumhuriyet Bayramında başkentte olması gerekti. Benim niyetim Ankara'ya gitmekti. Gece hayatı çok zordu. Dayanamayacağımı sanıyordum. Gitmesine çok az kalmıştı. Bir gece sofrada ansızın sordu: - Çelebi Efendi, sen de bizimle Ankara'ya geliyorsun değil mi?» Gelmek ister misin? diye sormuyordu. "Geliyorsun değil mi?" diyordu. Ne diyeyim. Atatürk'ün emirlerine hiç karşı durulur mu? - «Evet Paşam.. diye karşılık verdim . Fakat Çankaya'ya gitmemeyi bir kez aklıma koymuştum. İstemediğim yere niye zorla gideyim? Belki unutur diye umutlandım. Bu nedenle de umumi katip Hasan Rıza Soyak'a, ablamın ve eniştemin İstanbul'da oturduklarını, onları bırakamayacağımı, orada hastalanacak olursam bana bakacak kimsem olmadığını söyleyerek, beni Ankara'ya götürmemelerini rica ettim. Atatürk, Ankara'ya, Bursa'ya uğrayarak gittiği için beni unuttular. Gerçi sofracı arkadaşlardan bazıları Ankara'ya gitmişlerdi ama, bana kimse o hengamede "haydi" demediği için yerimden kımıldamamıştım. Beni unutacak sanmıştım ama yanılmışım. Atatürk hiçbir şeyi kolay kolay unutmazdı . Korkunç bir zeka ve hafıza gücüne sahipti . Orada sofracı arkadaşlara - Çelebi nerede? diye sormuş. Onlar da mazeretim olduğunu ileri sürerek kendi kendime bakamayacağım için İstanbul'da ablamın yanında kaldığımı söylemişler. Dolmabahçe Sarayının kadrosundan maaşımı aldığım için yerimden kımıldamak niyetinde değildim. Yazın Atatürk gelince yine O'na hizmet eder diye düşünüyor, kendi kendime üç, dört aylık yorgunluktan bir şey çıkmaz diyordum. 1928 yılının şeker bayramında gezmek için Ankara'ya gitmiştim. Ankara'yı ilk kez görüyordum. « Hazır gelmişken Çankaya'ya da uğrayayım, arkadaşları göreyim, bakalım ne yapıyorlar?" dedim. Köşke girerken, Atatürk yanında yaveri ve umumi katibi olduğu halde bayram tebriklerini kabul etmek üzere Meclise gidiyordu. Bereket beni görmedi . Daha doğrusu hem sıkıldığım için, hem de beni görünce alıkoyar korkusuyla görünmeden geçtim . Birkaç gün sonra da İstanbul'a döndüm. Oysa benim yerimde bir başkası olsaydı, hazır hatırlayıp, arkadaşlarıma ne yaptığımı sormuşken, hemen koşup ellerini öper, gözüne girmeye çalışırdı Aradan iki ay geçmişti, Atatürk, İstanbul'a geldi. Yine eskisi gibi Dolmabahçe'de sofrayı kurduk. Konuklar yanlarında olduğu halde masaya oturur oturmaz işaretle beni yanına çağırdı. Hemen koştum. Önünde eğildim. Eğilince de kulağımı tutup başladı çekmeye. Büyük bir kabahat işlemiş çocuk gibiydim o an. Atatürk, yarı öfke, yarı şaka şöyle dedi: - Geçen yıl her gece burada"gelirim", "gel irim" diye söz verirsin sonra, orada bana bakacak kimse yok, diye cayar, bizi atlatırsın. Orası insanlıktan nasipsiz bir yer mi ki, gelmekten kaçıyorsun. Sana bakılmaz mı Köşkte. Nasıl söz veriyorsun böyle. Haydi bakalım, şimdi kendini nasıl affettireceksin? » Kendimi temize çıkarmak için hemen atıldım: - « Paşam, ben Ankara'ya geldim, dedim . - Öyleyse niye gelip beni görmedin? · - « Gelecektim ama çekindim." - "Bak Ankara'yı da görmüşsün. Saray mı, yoksa Köşk mü daha iyi?» - Siz içinde oldukça ikisi de iyi . Köşk biraz ufak, ama kullanışlı. Sarayın havası daha başka... Atatürk , Köşkü sevdiğimi böylece anladığı için: - Öyleyse bu yıl Ankara'ya beraber gideceğiz, dedi. 1928 yılı yazının sonunda Ankara'ya, Atatürk ile beraber gittim. Böylece Ankara hayatım başladı . Artık Atatürk neredeyse, ben de oradaydım. Onun hizmetinde geçti yıllarım. Bir yaz sonu Atatürk, Ankara'ya dönmüş, ben geçici bir süre için Dolmabahçe'de kalmıştım. Bedavadan aylık alıyor, bütün gün yeyip içip yan gelip yatıyor, yalnız saraya gelenleri gezdiriyordum. Bütün işim bu kadardı. Saray başkatibi Mustafa Bey, iş söyleyince kaytarıyor, o da Atatürk'e söylerim korkusuyla fazla üstüme varamıyordu. Bir gün canına tak demiş olacak ki: - Çelebi, sana bir iş buyuruyoruz. Sen Mustafa Kemal'in adamıyım diye kaytarıyorsun. Şunu yap desek, saraya bakıyorum, vaktim yok, diyorsun! Aylık Ankara'dan geliyor. Dünyanın kıçına maymuncuğu uydurmuşsun, geçinip gidiyorsun... diyordu. Durumumu Ankara'ya duyurmuşlar. Bir punduna getirip Atatürk'e şikayet etmişler. Bir gece davetlilere şöyle demiş: - Bizim sofracı Çelebi büyük adam olmuş. Çelebi Han adını almış. Bizim gibi Ankara'da oturmaz, Padişah sülalesinden, sarayda oturur. İşini bilir o... » Bu konuşmaya tanık olan sofracı Remzi , bunları bana ballandıra ballandıra anlattıktan sonra: - Sanırım seni şikayet edenler, utançlarından o an yerin dibine batmışlardır. O gece sofrada olaydın da kulaklarınla duyaydın, gözlerinle göreydin..." dedi.
·
15 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.