Gönderi

Bir yandan gazete yayımlanırken diğer yandan da mahkemeler sürmektedir. Bu sıralarda Markopaşa aleyhine gösteriler de yapılmaya başlanmıştır. Dönemin diğer gazetelerinde, satıcılardan aldıkları Markopaşa'ları yırtan yurttaşlardan söz edilmektedir. Eskişehir'de Markopaşa'yı getiren Toros Ekspresi'ne saldırı girişimi olur (Cumhuriyet ile Ulus, 25.3.1937). Vakit ve Son Posta gazeteleri ( 19.3.1947), İzmir'in çeşidi yerlerindeki olayları aktarır. Diğer yandan Turancı dergiler tarafından Markopaşa sık sık tehdit edilmektedir. Altın Işık dergisi (15.3. 1947), İstanbul Üniversitelileri Markopaşa'ya karşı eyleme çağırmakta ve şunları yazmaktadır: "... Müjdeler olsun Markopaşa'ya: Ankara Üniversitesinin ateşli gençliği kendisine selam ediyor. Onların elinde baltaları, balyozları yok amma, uyanık şuurları; ruhlarına ekilmek istenen tohumların hangi "orak"la biçileceğini ve bir gün kafalarında hangi "çekiç"in indirilmek istendiğini biliyor. Evet Sabahattinof efendi! Ankara'da üniversite kürsüsüne kadar sokulabilen yoldaşlarınızı lanetleyen ve maskelerini aşağıya indiren Üniversiteli gençler, İstanbul'da muhtelif defalar teşerrüf ettiğiniz [kendi tabirinizle] "barbar sürü"nün ta kendisidirler (...) Ankara Üniversitesinin asil gençleri kulağınıza fısıldıyor: "İstanbul Üniversitelileri geliyor." (15.3.1947) Markopaşa · 24 Şubat 1 947 · Saya: 12 Birinci sayfada "Korkuyoruz" başlığıyla Markopaşa'nın nasıl çıktığı ve hangi koşullar altında yayın yaşamını sürdürdüğü anlatılıyor. Başyazısında Sabahattin Ali "Ne inkılapçılık!" başlığıyla eğitim alanındaki atılımların nasıl ters yüz edildiğine değiniyor: "...İlk öğretim seferberliği yapıldı. Memleketi kalkındıracak tek yol budur, dendi. Köy Enstitülerinde sahiden uyanık gençler yetiştirilecekti. Ümit verici adımlar atılmıştı. Birde baktık, bu kültür yuvaları, eski medresdere rahmet okutan bir yobazlık baskısı altına alınıyor . ...Hele istiklal anlayışımızdaki değişiklik? Davalarımızın haklılığına dayanarak, yüz milyonluk devletlerle başa baş ne vakar içinde konuşurduk. Şimdi yüz binlik kukla devletleri etekliyoruz! Dün kovduğumuz yabancı simsarlara şimdi şaklabanlık ediyoruz. Din ile dünyayı ayırmıştık, şimdi devlet eliyle "münevver yobazı" yetiştirileceği söyleniyor. Sebilürreşatlar yeniden çıkıyor. Saymakla tükenir gibi değil ki... Ne inkılapçı insanlar; Milletçe yirmi beş senede aldığımız yolu, yirmi beş haftada nasıl da gerisin geriye gidiverdiler." Birinci sayfada ayrıca "Dikkat" başlığıyla okuyucuların istekleri üzerine 4, 5 ve 7. sayıların "ikinci tabını" yaptıklarını ve gazete yönetim yerinden sağlanabileceği duyuruluyor. İkinci sayfada " İşte Bu Adamların İç Yüzü! " başlıklı yazının bir bölümünde, Beyoğlu'ndaki Foto Süreyya'dan söz açılmış. Süreyya'nın, siyasi havanın yönüne göre vitrini siyasi kişilerin fotoğraflarıyla süslemesi konu edilmiş. Bir matbaacının Süreyya'nın binasını kiraladığı, Markopaşa'yı dizrnek ve basmak üzere bu matbaacı ile anlaşıldığı, tam basılacak zaman Süreyya'nın yazıları artırdığı haberine yer verilmiş. Süreyya ile matbaacı arasında şu konuşma geçiyor: - Gizli beyanname basmıyoruz, kanunsuz iş görmüyoruz. Hem sizinle alakası ne? - Dizilen yazıların kurşunları benim birader. Ben de sizinle beraberim. Yerden göğe kadar haklısınız. Ama bu herifler (aynen) Atın altında buzağı arıyorlar. İşte bu adamların iç yüzü. İnsan Halk Partisi'nede, memlekete de acıyor. Markopaşa ·3 Mart 1947 · Sayı: 13 Stad Matbaası'nda basılan sayının adının altında karikatürist Cemal Nadir'in ölümünden duyulan acıya değinilerek gelecek sayıda Nadir'in karikatürlerine yer verileceği belirtiliyor. Birinci sayfada " Ricali Devlet Neler Yiyor? Et Yok, Ekmek Yok, Meyve Yoksa Boşan da Semerini Ye" başlıklı haberyorum ile "Görülmemiş Tiyatro" adlı başyazı verilmiş. "Size Kimler İftira Ediyor" başlıklı yazıdan başka "Şakalar" köşesinde, çıkardığı magazinden Aziz Nesin'in yazdığı anlaşılan "Vallahi Batırırım" başlıklı yazıda şöyle deniliyor: "...Düz taban da değilim ama, nedense, üstümde bir uğursuzluk var. Tan matbaasına girdim, yıkıldı. Karagözde çalışırdım, Ankara'ya aldılar. Tan gazetesinde muharrirdim, bam. "Cumartesi" adlı bir magazin çıkardım, bam. "Gerçek" gazetesinin sekreteri idim, bam. "Yeni Dünya"da çalıştım, bam. "Görüşler"de yazı yazdım, bam. "Ses" de makale yazdım, bam. Hani kayığa binmeye korkuyorum, batacak diye. Her insan, dünya yüzünde, elbette m üsber bir iş yapmak ister. Şimdi benim de yeni bir niyetim var. Halk particiler sıkı dursunlar; zira niyetim Halk partisine girmektir. Alimallah, iki aya kalmaz, onu da batırır, hak ile yeksan ederim." İkinci sayfadaki "Milletin Efendisi İşte Bu" başlıklı şiirsel yazıda toplumun anılan kesiminin durumu anlatılıyor. Son kıt'asında şöyle deniliyor: Vergisinin hesabını düz verir Bahar verir, yaz kış verir, güz verir, Bir almadan isteyene yüz verir. Milletimin efendisi işte bu. Diğer sayfalardaki benzer nitelikte olan yazılardan biri de şöyle: "Önemle duruyoruz: Bakanlara herhangi bir memleket meselesini sorsanız, - Üzerinde önemle duruyoruz, diye cevap verirler. Başbakan nutuk verir: - Üzerinde önemli duruyoruz. Belediye reisimiz Lütfi Kırdar, et meselesinin, süt meselesinin ve diğer meselelerin üzerinde önemle duruyorlar. Ben yirmi senedir, üzerinde önemle durulan meseleler bilirim ki, hala halledilmemiştir. Bu önemde bir uğursuzluk var. Allah rızası için, bir kere de, üzerinde önemsiz dursunlar, belki işler yürür. Yahut da, önemle duracaklarına, önemle yürüseler. Markopaşa 10 Mart 1947 Sayı: 14 Başyazı "Lanet Olsun"dan başka "Halil Menteşe'ye Açık Mektup" ve Cemal Nadir Güler'le ilgili bir karikatür ile bir yazıya yer verilmiş. Yazılar arasındaki "Tatar Ağaları Yaya Kaldı" başlıklı olanında halka suç atıldığı; halkın, aslında gösterilmek istenenden çok daha ileride olduğu vurgulanıyor: "Kitapçılara sorarsınız: - Niçin böyle çiğ kapaklar içinde en bayat, en kötü, belden aşağılık ve kan kokan kitaplar basarsınız? Alacağınız cevap şudur: - Bayım, anlamıyor, halk anlamıyor. Sorulacak makama sorarsınız: - Niçin tam bir hürriyet yoktur. - Efendim, daha halk yetişmedi, bu kadarını bile kaldıramıyor. Halk gazetesi diye çıkan zevk ve fikir düşkünü paçavraların sahiplerine sorarsınız: - Niçin hakikatleri yazmıyorsunuz. neden bu kadar adi? - Azizim nasıl anlatmalı. Halk anlamıyor ki... Adi Arap filmlerinin kopyası , gözü yaşlı curcuna ve yaygarayı milli film diye yutturanlara sorarsınız: - Neden mükemmel eserler meydana getirmiyorsunuz? - Efendim, gitmiyor . . . Halk anlamaz, anlamaz bu halk ... Memleketin biricik tiyatrosuna sorun: - Niçin dön başı mağrur yerli eserleri sahneye koymazsınız? - Sansür bırakmıyor ki ... Hem halk da anlamaz... Nedir bu halkın çektiği, neden halka bu kadar iftira edilir? Biz halkın iyi, doğru, güzel eserlere susamış olduğunu delillerle ispata hazırız. Halk bu geri zihniyetin çok daha ilerisindedir. Partilerden, resmi ve hususi müesseselerden en küçük sermayedarlara kadar, hepsi dört nala koşup halka yetişmelidirler. Tatar ağaları yaya kaldı! Gazetenin dördüncü sayfasında " Markopaşa Ansiklopedisi" köşesindeki "Biliyor musunuz" başlıklı yazı yüzünden, Falih Rıfkı Atay'ın başvurusu üzerine, Sabahattin Ali'ye sorumlu yazı işleri müdürü olarak kovuşturma açılacaktır. Bu yazıda savlanan suç unsuru Falih Rıfkı Atay'a hakarettir. Falih Rıfkı Atay, dava gerekçelerini gazetelere-basma gönderilmek üzere hazırladığı bir mektupla açıklamıştır: "Bir İstanbul gazetesinde şu satırları okudum: Falih Rıfkı'nın apartmanlarından aldığı hava parası ile ve zaruret içinde geçindiğini biliyor musunuz? Bir Türk vatandaşının apartman veya apartmanları olması ayıp değildir. Fakat benim hiçbir apartmanım, gelir getirici hiçbir mülküm yoktur. Bir fikir ve dava gazetesinin başında bulunduğum için, bir de iftira katılarak teşhir edilmek istenilişimden maksat ne olduğu meydandadır. Bu gazeteyi mahkemeye verdim. (Cumhuriyet, 13.3.1947). Dava konusu yazıyı Rıfat Ilgaz ya da Şerif Hulusi yazmıştır. Sabahattin Ali, mahkemede yazıyı kendisinin yazdığını söylemiş, "mizah maksadıyla kaleme alınmış olduğunu, başka bir kasıt bulunmadığını" belirtmiştir. Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesindeki yargılama ile ilgili olarak Akşam gazetesi (9.4 .1947) şu ,haberi vermektedir: [Sabahattin Ali] Falih Rıfkı'yı uzun yıllardan beri tanımakta olduğunu, ona başkaları tarafından ağır tarizler (taşlamalar) yapıldığı halde bir şey demediğini, kendisinin bu yazısına kızarak mahkemeye müracaatını hayretle karşıladığını bildirdi.. Buna karşılık Falih Rıfkı'nın avukatı Kemal Oram, "Sabahattin Ali'nin yazısının hakaret kastı ile yazılmış olduğunu ve cezalandırılması ile Kızılay'a teberru edilmek üzere ayrıca 10.0000 lira manevi tazminata mahkum edilmesini istemiştir. Savcılık ise, Milli Korunma Kanununa göre suç sayılan hava para alma isnadında [suçlamasında] hakaret kastının mevcut olduğunu, yazını maksadının Fatih Rıfkı'yı siyasi mevkiinde lekelemek olduğunu söyleyerek" ( Tasvir 9.4.1947) "Sabahattin Ali'nin Matbuat Kanununun 26 ve Ceza Kanununun 487. maddelerinin işaretiyle aynı kanunun 48. maddesi gereğince cezalandırılmasını" (Akşam, 9.4.1947) istemiştir. Bir hafta sonra yapılan duruşmada Sabahattin Ali daha ayrıntılı bir savunma yapmıştır: "...Davacı vekilinin gerek arzuhalinde, gerekse mahkememiz huzurundaki sözlerinde bu yazıyı; surer-i mahsusada müvekkili Falih Rıfkı Atay' ı tahri kasıt ve niyetiyle yazdığı ileri sürülmekte, savcılık makamımız da bu yazı ile Falih Rıfkı Atay'ı halkın husumetine maruz bırakacak şekilde tahkir ettiğini iddia etmektedir. ( . . . ) Siyasi bir mizah gazetesi olan (Markopaşa) bazı tezatlardan istifade ederek bir nükte yapmak istemiş, hadiseleri vakalardan büsbütün uzaklaştırıp tam bir şaka sahasına dökmek için "Falih Rıfkı'nın apartmanlarından aldığı hava parasıyla ve zaruret içinde geçindiğini biliyor musunuz?" diye ciddiyet ve hakikatle alakası olmayan bir cümle tertip ve neşretmiştir. Binaenaleyh, bir mizah gazetesinde mizahi bir serlevha altında ve baştan başa mizahi cümleler arasında neşredilmiş bulunan bu bir tek satırın Falih Rıfkı Atay'ın şeref, haysiyet ve vakarını kıracak mahiyette bir hakaret telakki edilmesine aklen ve kanunen imkan yoktur. Çünkü bizim yazımızı okuyanın onu ciddi telakki etmesine imkan olmadığı bedihidir. [apaçıktır]. Sadece tezatlar, garibeler [tuhaflıklar], imkansızlıklar bir araya getirilerek mizahi bir tesir yapmaktan başka hiçbir gaye gütmeyen bir latifeden ibaret yazıda hakaret kastının bulunmayacağı izaha muhtaç bir keyfiyet değildir. Falih Rıfkı Atay'ın bunu vakar, haysiyet ve şeref kırıcı bir hakaret telakki ermesi de yanlıştır. Kaldı ki, Ulus Gazetesi'nde sahibi bulunduğum (Markopaşa) ve dolayısıyla şahsım hakkında latife hududunu bir hayli aşan yazılar intişar ermiştir [yayımlanmıştır] . Bunlardan Markopaşa'nın yeni çıktığı sıralarda Ulus Gazetesi'nde intişar eden [yayımlanan] bir fıkrada Markopaşa Gazetesi başlığındaki resim telmih edilerek [dokundurularak] Sovyet selamı vermekle vasıflandırıldığı gibi, daha bir hafta evvel çıkan Ulus Gazetesi'nin ikinci sırasındaki bir fıkrasında da; Troçki'nin eski akrabası olmak ve Vişinski'nin masallarını dinlediğim şeklindeki bu yazıları sırf mizah sütunlarından okuduğumuz için ya aynı şekilde yahut da sükutla karşıladığımız halde hiç kimsenin ciddi telakki [kabul] etmeyeceği bir yazıdan dolayı adalet karşısında hesap vermeye mecbur edilmekliğimizi bir tecelli [alın yazısı] olarak kabul ediyor ve yazıda hiçbir hakaret kasıt ve niyeti mevcut olmadığını arz ederek beraatimizi istiyoruz. ( Ulus, 14.04.1947). Yargılama sonucunda TCK'nin 482. maddesinin son fıkrası gereğince Sabahattin Ali 3 ay hapis, 100 lira para cezası ve 1000 lira da tazminat ödemeye (Cumhuriyet, 29.4.1 947) mahkum edilir. Ancak bu karara karşın başarılı bir savunma sonucu ceza ertelenir. Gerekçeli karar şöyledir: "...Sanığın tacile mani mahkumiyeti bulunmamasına ve ahlaki temayüllerine (eğilimlerine) nazaran cezanın tecili halinde ileride cürüm işlemekten çekineceğine ve nedamet [pişmanlık] eylediğine mahkemece kanaat geldiğinden sanık hakkında hükmedilen mezkur [adı geçen] cezanın Türk Ceza Kanunu'nun 89. maddesi gereğince reddine karar verilmiştir. ( Ulus, 2 9.4. 1947) Aziz Nesin'in bu davayı değerlendirmesi ilginçtir: "... Aklımda kaldığına göre Markopaşa aleyhine ilk dava Falih Rıfkı tarafından açıldı. Bu davayı kaybettik. Sabahattin bin lira tazminat ödemeye mahkum oldu. Parayı verdi mi vermedi mi bilmiyorum. Bana kalırsa, Fatih Rıfkı'yı aleyhimize dava açmaya sevk eden asıl neden, dava açtığı yazı değil, daha önce, ilk sayımızda çıkan bir manzumedir. Bu manzumeden bizi mahkemeye veremeyen Falih Rıfkı, başka bir yazıdan aleyhimize dava açtı. Her ne olursa olsun, Fatih Rıfkı uğurlu geldi, ondan sonra davalar sökün etti. Markopaşa 17 Mart 1947 Sayı: 1 5 Sabahattin Ali kovuşturmaya uğradığı için yeni bir yazı işleri müdürü bulunmuştur: Mücap Nedim Ofluoğlu. O sıralarda İstanbul Şehir Tiyatrolarında figüran olarak çalışan Ofluoğlu şiirle de uğraşmaktadır. Mücap Ofluoğlu, Markopaşa'da görev alışını şöyle anlatıyor: "... Aziz Nesin'le tanışmamızın, dost olmamızın sonucu bana "Markopaşa'da Sabahattin Ali'nin bıraktığı neşriyat müdürlüğünü alır mısın?" dediler. Galiba biraz da para alacağım düşüncesiyle (...) yapılan teklifi kabul ettim, neşriyat müdürlüğünü aldım. Birinci sayfadaki "Anlamıyor musunuz Arkadaşlar!" başlıklı yazıda, ülkedeki çeşitli olayların kaynağı irdeleniyor. Yazı, sonraki yıllarda olacakların bir öngörüsü niteliğinde: "...Bu iş, İngiltere'nin uzun yıllardan beri Hindistan'da, Mısır'da, Filistin'de, Yunanistan'da yaptığı iştir, anlamıyor musunuz? Yurdumuz buralara mı benzesin istiyorsunuz. Minder çürütenler, sandalye sevenler, koltuğa tutkallı kişiler, Türk gençlerini birbirlerine düşürmek istiyorlar. İç ve dış zorluklardan etekleri tutuşanlar, bazen sağcıları, bazen solcuları tutar görünüyorlar. Bir iktidar oyununa alet olduğumuzu anlamazsak, belki de yarın birbirimizi boğazlatacaklar, yeni Türk demokrasisinin ve Atatürk'den kalan harici itibarımızın külleri karşısında oturup, sinsi kahkahalarla övünecekler. Sağcı yahut solcu, iki taraftar türlü kalem ve fikir mücadelesi yapabilir. Fakat, faşist barbarlara taş çıkaracak şekilde birbirimize saldırmayalım. Milletini sevenler! Hürriyet ve demokrasi mücadelesinde birleşelim. Aldatılıyoruz arkadaşlar! "Şakalar" köşesindeki "Abdesthane ibriği" başlıklı yazıda, Markopaşa'da konu edilen kimi kişilerle ilgili olarak gelen eleştiriler şöyle yanıtlanıyor: "Kimseye, gözünün üstünde kaşın var diyemiyorsun. İdare-i maslahat icabı, köre şaşı, şaşıya şehla, şehlaya badem gözlü demek lazımmış. Affetsinler; yapamıyorum bunu. Bu yüzden dostlar incinirmiş, arkadaşlar gücenirmiş ... Ne yapalım? Hemen yapıştırıyorlar: - Bak nanköre, falanca zaman kahve ısmarlamıştım. Şimdi aleyhime döndü. - Gördünüz mü haini ... Tramvayda yerimi vermiştim. Şimdi bana atıp tutuyor. - Adam enik, yetiştirdik de işte böyle oldu. - Besle kargayı, oysun gözünü. Ne yapalım, kim dedi onlara, papağan dururken, karga beslesinler diye. Bir gün bir arkadaş gelir: - Yahu ... Herifi rezil etmişsiniz. Bana iyiliği dokunmuştu. Bari dostlarımız, dostlarının listesini versinler de, zülfü yara dokunmayalım, bunu mu istiyorlar? Biz halkın ve halka dost olanların dostuyuz. Bir gün Borazan Tevfik'i saraya çağırmışlar. Ser musahip Nadir ağa, -Tevfik, demiş, taklit yaparak, efendimize hoş vakit geçirteceksin. - Yapamam efendim. - Neden? - Yapamam işte... Ser musahip ısrar edince, nihayet şöyle demiş: - Arnavut taklidi yapamam, Tüfekçi Tahir Paşa darılır. Arap taklidi yapamam, Arap İzzet paşa kırılır. Çerkes taklidi yapamam, Çerkes Tahsin paşa, gücenir. Zenci taklidi yapsam, zatıaliniz alınırsınız. Sonra Borazan Tevfik, bir ayağını havaya kaldırır, elini ileri doğru uzatıp boynunu kıvırır. - Kala kala, bir· bu kaldı, der. - O ne Tevfik? - Apteshane ibriği efendim. Şimdi biz de doğru söylesek, Recep Peker darılır. Güneşe karşı baksak, zülfü yara dokunur. İstanbul'u ağzımıza alsak Lütfü Kırdar alınır. Hürriyet yok desek... Kala kala bir apteshane ibriği kalıyor, ondan mi bahsedelim? Bu sayıdan sonra 24 ve 31 Mart günleri çıkması gereken Markopaşa'nın iki sayısı zamanında çıkarılamamıştır. Nedeni, Aziz Nesin'in, Amerikan emperyalizmi ve Türkiye'ye uygulanmaya başlanan Truman Doktrini'ne karşı yazdığı "Nereye Gidiyoruz" başlıklı bir broşürden dolayı tutuklanması ve matbaalara yapılan baskılardır. Mücap Ofluoğlu, Aziz Nesin için savcılığa dilekçe ile başvurur ve "Bu hareketin kanunsuz olduğunu ve eğer mevcut gösterilen bir matbuat suçu varsa bunun takibatını yapmanın savcılığa ait olacağını" bildirir. Şerif Hulusi de vali ile görüşür. Hiçbir sonuç alınamaz. Şerif Hulusi, Sabahattin Ali'ye yazdığı "...21 Mart 1947 günlü mektubunda bu durumu şöyle anlatıyor: "İki gözüm Sabahattin Ali; Sana üzülecek bir haber vereyim. İstanbul Emniyet Müdürlüğü dün sabah Markopaşa İdarehanesinde ve Stad matbaasında araştırmalar yapmış. Mevzuu da Aziz'in yazmış olduğu "Nereye Gidiyoruz?" broşürü imiş ... Bugün sabah iki polis Aziz' i aldı götürdü. Bu mektubu saat 16'da yazıyorum. Yedi saat olduğu halde, hala Aziz gelmedi ... Stad matbaasını tekrar açmışlarsa da, Sacit'ten broşürleri ve Markopaşa'yı basmamak hususunda teminat istemişler... Haluk [Yetiş] , [Mim] Uykusuz, Mücap [Ofluoğlu) ve ben gözlerinden öperiz... Markopaşa'yı çıkarma yolları denenmektedir. Haluk Yetiş, Sabahattin Ali'ye yazdığı iki ayrı mektupta bu konuyu anlatmaktadır: -Sabahattin Bey Aziz'den henüz haber alamadık. Mamafih, bugün veya yarın bırakılma ihtimali var. Öğrendiğime göre, maksatları Markopaşa'nın neşrini sekteye uğratmakmış. Her ne ise şimdi ben, bu hafta için Markopaşa'yı çıkarma ya gayret edeceğim. Ümit yüzde doksan, makine ile dizmek şimdilik imkansız. El dizgisi ile hiç olmazsa 25-30 bin olsun basacağım... " (24 Mart 1947) "...bütün uğraşmalara rağmen henüz Markopaşa'yı çıkarmak mümkün olmadı. Bazı yeni birtakım usulleri denemekle meşgulüz. Bugün klişe usulünü deneyeceğiz. Eğer muvaffak olursak yazı dizme meselesinden kurtulmuş olacağız. O da olmazsa belki de mimeografla basacağız . . . Bir mahkeme davetiyesi geldi. Ben o sırada idarede olmadığım için ne mahiyette olduğunu anlayamadım. Galiba Fatih Rıfkı davasına ait.. Haluk Yetiş . . . (1 Nisan 1947) Markopaşa · 7 Nisan 1947 Sayı: 1 6 Basılacak matbaa bulunamaması yüzünden iki hafta çıkamayan gazete "Gutenberg Matbaası" adı verilen teksir makinesi ile basılmıştır. İki yapraklı, ancak sadece ön yüzleri basılan ve arka yüzleri beyaz kalmış olan Markopaşa'nın başlığının altında şunlar yazılıdır: "Muharrirleri nezaret altına alınmadığı ve hapse girmediği zamanlarda çıkar. Siyasi mizah gazetesi. Sayısı 5 kuruştur. Sahip ve yazı işlerini idare eden Mücap Ofluoğlu. Markopaşa'nın başına gelenler gazetede şöyle konu edilmiştir: "...Dünyaya karşı demokrasi göstermeliğimiz bir Demokrat Partimiz var, Amerikalılardan 150 milyon borç alacak kadar hürriyetimiz var. Ağaçlar bu yıl boy atmadı, otobüste kaba etime kıymık battı, bu nasıl hükumet, diye kokmaz bulaşmaz, tavşan tersi muhalefetleriyle apartman diken muhalif gazetecilerimiz var. Herkes dilediği gibi düşünmekte, düşündüğünü yazmakta serbesttir diyen Başbakanımız var. Evet bütün bu bol hürriyet numaraları; demokrasi varyeteleri muhalefet cambazlığı arasında şu küçücük mizah gazetesini çıkarmaya imkan yok... Markopaşa meğer ne kadar büyük bir kuvvetmiş ... Biz onlardan, onlar bizden korkuyor. Korku dağları beklermiş, şimdi matbaaları bekliyor. Hiçbir matbaa Markopaşayı basmıyor. Muharrirleri nezaret altına alınır. Mahkemeye verilir. Tehdit edilir. Yer yer aleyhlerine nümayişler tertip edilir. Sözüm ona rekabet maksadı ile sürülerle mizah gazeteleri çıkartılır. Ey bir cılız kalemden dile gelen hakikat. Sen devleti bile korkutacak kadar mı korkunçsun? Dünyaya niçin geldiğini, niçin yaşaması ve niçin ölmesi lazım geldiğini bilen insanlar bu gazeteyi çıkarıyorlar. İşte, okuyucular, size bir gazete takdim ediyoruz ki , bundan yarın , küçük menfaatleri, mikroskopik kaygıları, günlük endişeleri ve sandalye sevdaları uğruna medeni cesaret göstermeyenler utanacaklardır. Hür (?) matbuat tarihimizin yüzü kızaracaktır,. Ve insanlar layık oldukları idareye müstahaktırlar. Şimdi gazetemizi teksir makinesi ile basıyoruz. Bu makineye GUTENBERG Matbaası ismini verdik. Gazetemizi bastırmamak için bütün matbaalara tesir yapanlar inşallah bu on kiloluk makineyi da mühürlemek, kırıp parçalamak gibi gülünç bir duruma düşmezler ... Teknik olanaksızlık nedeniyle ilk kez karikatür konmayan sayıda, çeşitli kısa haber ve yorumlar yer almıştır. Bu sayının çıkarılışı başka sorunları da getirmiş, yazarlar yine soruşturmaya uğramıştır. İlerisini Haluk Yetiş'den dinleyelim: "...Mahkemeler, sıkıyönetimin baskısı, ikide bir kapatmalar, dava açmalar, toplatmalar başlı başına bir uğraşıyı gerektiriyordu. Bunlarla uğraştığımız kadar Markopaşa'yla uğraşamıyorduk. Matbaa sahiplerini sıkıştırdılar, gazeteyi çıkaracak yer bulamadık. Gutenberg matbaası sorunumuzu çözümledi. Gazeteyi Gutenberg matbaasında çıkardık. Polis seferber oldu, Gutenberg matbaasının yerini bulmak için. Fakat uğraşmaları boşuna gitti. En sonunda bizi sorguya çekmek zorunda kaldılar. Gutenberg matbaası, elimizin altındaki teksir makinesine verdiğimiz addı. Teksir makinesi aldık zorunlu olarak. Derginin iç sayfalarını ön yüzlerini, arka yüzleri beyaz basabildik ancak. Bu basılmış kağıtları da birbirine telleyerek tutturduk. Bir gün, gece sabaha kadar sürdü bu işlem. Mehdi Zıt, Osman, Mücap Ofluoğlu, Uykusuz ve ben çalıştık bu işlerde. Fiyatını da beş kuruş koymuştuk, fakat bir liradan alıcı buluyordu. [Her zaman] 60 bin satılan gazeteyi biz ancak yirmi bin kadar hazırlayabilmiştik Haluk Yetiş, bu sayıyla ilgili olarak sonradan şunları söylemiştir: "...Matbaa sahiplerine öylesine baskı yapıldı ki, gün geldi gazetenin dizgi tertip işlerini yaptıracak yer bulamadık. Başvurduğumuz hiçbir matbaa olumlu cevap vermeyince bir sayı dizilip basılamadık. Ne yapmalıydık? Ne yapılabilirdi? Düşündük, ölçtük, sonunda bir teksir makinesi almaya ve dergiyi bu makinayla çıkarmaya karar verdik. Bildiğimiz teksir makinası ile iki sayfalık gazete çıkardık. Bu işi teksir makinasında ben, Mustafa Uykusuz, Mücap Ofluoğlu, Mehdi Zıt çıkardık. Onlar da ücret filan söz konusu olmadan yardımcı oluyorlardı. Basılan iki yaprağı zımba teliyle birleştirerek ancak on beş bin kadar yapabildik Buna bir matbaa adı koymak gerekiyordu yalnız. Bakalım ne yapacaklar dedik, basıldığı yerin adını "Gutenberg" matbaası koyduk ve piyasaya sürdük Teksirle basılan bu sayılar bile bir tek iade dönmemek üzere satıldı . Basın tarihimizin bu ilginç olayını bir de Aziz Nesin'den dinleyelim: "... Bir arkadaş daktilo başına geçti. Durmadan aynı sayfaları tekrar tekrar yazıyordu, öbür arkadaşlar, mumlu kağıtları teksir makinasında basıyorduk. Bu iş geceli gündüzlü iki üç gün sürdü. Bu suretle ancak yirmi bin gazete çıkardık Bu iptidai [ilkel] çalışma tarzından dolayı ilk matbaayı icat eden adamın ismine izafeten [ilişik olarak] Gutenberg matbaasında basılmıştır diye yazdık Vilayet makamına da, teksir makinasından ibaret Gutenberg matbaasını açtığımıza dair müracaatta bulunduk. Bu suretle basılan yirmi bin gazeteyi yalnız İstanbul'a çıkardık Çıktığı gün gazete kalmamıştı." (Medet, 1 .6 . 1 950) Markopaşa 14 Nisan 1 947 · Sayı: 17 Markopaşa'nın bu sayısı yine daktilo dizgisiyle yapılmış ve Berksoy Basımevinde iki misli ücret karşılığında basılmıştır. Sahip ve yazı işleri müdürü Mücap Ofluoğlu görünmektedir. Aziz Nesin Ankara'da bulunan Sabahattin Ali'ye yazdığı rnektubunda "Mutlaka, mutlaka ve yine mutlaka bir baskı makinesine ihtiyacımız var. Ne yapıp yapıp bunu elde etmeliyiz. Baskı makinesi için dilen, borç bul, avans bul, ne yap yap, bu işi. yapalım. Kısa zamanda borcu öderiz" demektedir. 18 ve 23 Nisan 1947 tarihli mektuplardan anlaşılan, Berksoy Basımevinin arızalı bir makinesi 200 lira karşılığında tamir ettirilmiş ve ayda 350 lira karşılığında kiralanmışrır. Ama Nazım Berksoy, daha fazla para isteyip sözleşmeyi yapmaktan vazgeçmiştir. 26 Nisan 1947 tarihli rnektubun ilerisinde Aziz Nesin şöyle demektedir: "... Nazım baktı ki, makine bizim elimize geçince tıkır tıkır işliyor, hayatında 350 lira kazanmamış olan çingene herif mukaveleyi imzalamaktan vazgeçti ( . . . ) Şimdilik makineyi zorla kullanıyorum. Mahkemelik olacağız. Her ne olursa olsun, başka yapacak bit şey yok Gazetenin birinci sayfasında "Büyük Ölüler Kongresi" başlığıyla siyasal yergiler ele alınmış. Bir de "mevlut" duyurusu göze çarpıyor. Şöyle deniliyor: "Ankara nümayişlerinde katledilen sevgili varlığımız Fikir Hürriyeti için ölümünün kırkıncı gününe müsadif pazartesi günü Hacıbayram Camii şerifinde öğle namazını müteakip, afişler yırtılmak sureti ile, demokrasinin ruhuna rahmet okutulacağından rahmetlinin akraba ve dostlarından arzu edenlerin, bilhassa Şükrü Sökmensüer'le, Reşat Şemsettin Sirer ve Cevdet Kerim İncedayı' nın eşleri ile birlikte teşrifleri rica olunur. Üçüncü sayfada "Çat içeride, Çat Dışarıda" başlığıyla Markopaşa'nın ve yazarlarının başına gelenler anlatılmıştır. "Nereye Gidiyoruz diye bir broşür yazmıştım" cümlesinden Aziz Nesin, "Zaten bendeniz kadroya dahil oldum" cümlesinden de Rıfat Ilgaz tarafından yazılmış olabileceği sanılan yazı şöyle: Burada sözü edilen broşür, Aziz Nesin'in Arnetikan emperyalizmi ve Türkiye'ye uygulanan Truman Doktrini'ne kaqı yazdığı bir broşürdür. Bu broşürden dolayı Aziz N esin 30.Ni􀊧n'da sıkı-' yönetiınce tutuklanarak yargılandığı askeri mahkemece "yayın yoluyla milli menfaadere aykırı eylemdebulfiİlmak" suçundan on ay ağır hapse ve 4,5 ay sürgüne mah􀊨fım edi\ec􀊩ktir. Cezaevinde yazı yazacak, kaçırarak Markopa1a'da yayımlayacaktır. 20 Şubat 1 948'de tahliye edilip Bursa'ya sürgün olarak yollanacaktır.65
·
420 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.